Kriva Palanka,
Bulgaristan’ı Makedonya’ya bağlayan “Deve Bayır” gümrük kapısına yakın çok güzel
bir yerleşim yeridir. Türkçe karşılığı “Eğri Palanka”dır. Kriva Makedoncada
eğri demektir. Çok güzel bir doğaya sahiptir. Eğri büğrü akan bir derenin
yamacında, yeşillikler içinde şirin bir kasabadır. Bu yüzden bu şehrin eski adı
Eğri Dere idi.
Bursa Uludağ
yolundaki yerleşim yerlerine çok benziyor. Kıvrıla kıvrıla akan derenin iki
yanında sıralanan tarlalarındaki mısırları, sırık fasulyeleri, serbest gezen
inekleri ve yer yer görülen karalahanaları ile de Karadeniz bölgemize benzediğini
söyleyebiliriz.
Eğri
Dere Türkler zamanında bir palankanın
etrafına kurulmuş bir şehirdir. Derenin
yanından geçen yol dağları aşarak Bulgaristan’ın Köstendil şehrine çıkıyor ve
Bulgaristan üzerinden Edirne’ye bağlanıyor, tabi oradan da İstanbul’a. Deve
kervanları bu yolu kullanarak Bulgaristan üzerinden Edirne ve İstanbul’a
ulaşıyorlardı. Eskiden olduğu gibi şimdi de burası çok önemli bir güzergâhtır. 1634
yılında yolun emniyetini sağlamak için buraya bir “palanka” inşa edilir.
Palanka, daha çok Balkanlarda hisar ya da kalecik yerine kullanılan bir
kelimedir. Eğri Dere ismi zamanla Eğri Palanka’ya dönüşmüştür. Osmanlı dönemi
kaynaklarında, şehrin adı önce Eğri Dere, daha sonra da Eğri Palanka ya da,
Eğri Palanga olarak görülür. Balkan savaşından sonra adını Kriva Palankaya
çevirirler.
Türkler
zamanında Kriva Palanka’nın yukarısındaki dağın adı deve kervanlarından ötürü
“Deveci Bayırı” idi. Bu isim günümüzde Makedonlar tarafından da “Deve Bayır”
şeklinde kullanılmaktadır. Buradaki gümrükte pasaportlara vurulan mühürde,
kiril harfleri ile Deve Bayır ibaresi okunmaktadır.
Kriva
Palanka, eskiden Türklerin çoğunlukta olduğu bir şehirdi. Şimdi burada hiç Türk yaşamamaktadır. Balkan
savaşı sırasında bilhassa Bulgaristan’a yakın yerlerde, sahipsiz ve korumasız kalan
Türkler, çok büyük katliamlara uğramışlardır. Bu yüzden bazı yerleşim yerlerinde
yaşayan Türkler, ya katledilmişler ya da katliamdan kurtulmak için yalın ayak,
başıkabak, perişan bir şekilde göç yollarına dökülmüşlerdir. Büyük bir
ihtimalle Kriva Palanka’da da böyle olmuştur.
Edebiyatçı
Aka Gündüz, Kriva Palanka’daki bir hatırasını şöyle naklediyor;
-On
iki yaşlarımda idim. Benimle aynı yaşta çok güzel bir Bulgar kızı ile
görüşüyorduk. Çok masumane bir ilişki idi. Birbirimizi çok seviyorduk. Görüşmek
için her fırsatı değerlendiriyorduk. Bir akşam her zamanki gibi buluşup, Kriva
Palanka deresinin kenarında oturup sohbet etmeye başladık. Parlak ve yıldızlı
bir gece idi. Gökteki yıldızların ışıkları dereye yansıyordu adeta. Bulgar kızı
aniden ayağa kalkıp ellerini çırpmaya ve sevinç çığlıkları atmaya başladı.
Şaşırmıştım ne olduğunu sorunca;
-Şu
yıldızı görüyor musun? İşte bu yıldız çıktığında Türklerin başına büyük
felaketler gelir, onun için seviniyorum.
O
an çok şaşırdım, büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Hani hepimiz Osmanlı idik.
O anda Osmanlılıktan vaz geçip Türk oldum.
Aka
Gündüz, 1885 doğumlu olduğuna göre 1897 yılıdır. Türkler dışındaki bütün Osmanlı
milletleri artık milli kimliklerinin farkında olarak, kendi egemenliklerini
kurma mücadelesine düşmüşlerdi. Devleti yönetenler ile bazı çevreler Osmanlılık
hayali peşinde koşturup duruyorlardı. Osmanlılık hayali yüzünden gerekli
tedbirler alınmadığı için çok değil, bu olaydan on beş yıl sonra Balkanları
kaybettik.
Bazı
çevreler Osmanlılık siyasetinin iflas etmesini Türkçülük akımına bağlarlar. Oysa
Osmanlılığa yalnız biz inandık ve yalnız biz “ben ben değilim!” diyerek
kendimizi avuturken, diğer milletler hep “biz biziz!” diyorlardı.
Yalnız
demekle kalmayıp “biz biziz” diyenler, Osmanlılığı yıkmak için var güçleri ile
saldırıyorlardı. Sonunda Osmanlı Devleti, Osmanlıcılıkla birlikte çöküp
yıkıldı. Eğer biz Türkler hâlâ “ben ben değilim” demeye devam etseydik yıkılan
devletin enkazı altında kalıp yok olacaktık. İyi ki “ben benim” dedik
ve yıkılan Osmanlı Devletinin enkazı altında kalmaktan kurtularak, bu enkazın
üstüne yeni bir devlet kurduk.
Milliyet
akımı bizden başkalarına değil, başkalarından bize geçti. Biz milliyeti
Makedonya dağlarında, Priştine tepelerinde, Yemen çöllerinde öğrendik.
Başkım
cemiyetleri, Taşnak teşkilatları, Arap kulüpleri Türk Ocağından önce doğmuştur.
Rumların “Fener” ocağı ise Fatih zamanından kalmadır.
Osmanlı
Devletini, Hıristiyanlarla birlik olup yıkan Müslüman milletleri bugün bunun
bedelini çok acı bir şekilde ödüyorlar. Açık bir şekilde görüldü ki, Türk’ün
kuvveti İslamiyet’in kuvveti demektir. Türk devletlerinin güçlü olduğu zamanlarda,
İslâm âlemi refah içinde mutlu yaşadı. Türk devletleri zayıf düştüğünde ise bunun
tam tersi oldu.
Günümüzde
Osmanlılık akımını canlandırma çalışmaları hız kazandı. Her şeyin Osmanlısı
türedi. Osmanlı domatesi ve biberi bile çıktı. Hatta bir futbol kulübüne Osmanlıspor
adı verildi. Osmanlılık akımını canlandırmak isteyenler, yalnız İslâm
milletlerinin peşine düşmüş görünüyorlar. Eskiden Osmanlı içinde yer alan
Hıristiyan milletlerini görmezden geliyorlar.
Bunlar,
gerçekçi olmayan zorlama ve beyhude çalışmalardır. Osmanlılık iyi olsaydı, Osmanlı devleti parçalanıp yıkılmazdı. Tarihte
ölmüş bir siyasi akımın yeniden dirildiği görülmemiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder