|
Burmalı Cami ve karşısında Tarihi Halveti Tekkesi. Balkan savaşı öncesi. |
Taşköprü
meydanında bulunan ve Komünist yönetim tarafından yıktırılan, Üsküp Halveti
tekkesinin son şeyhi Haydar Baba’dır.
Haydar Baba,
Üsküp’te işi olan Türklere her konuda yardım eden, yol gösteren gerçek bir
mürşittir. Şeyh Haydar, hem Halveti hem de Rufai şeyhliği için icazeti olan bir
kişiydi.
1957 yılına kadar Üsküp Halveti dergâhında,
1957’den öldüğü 1987 yılına kadar da Üsküp Rufai dergâhında şeyhlik yapmıştır.
Aydın, bilgili çevresine her konuda yardımcı olan yol gösteren tam bir
öğretmendi. Mürşit, aydınlatan yol gösteren, öğreten bir öğretmedir zaten. Bu anlamda Haydar Baba tam bir mürşitti.
Ayrıca, devlet dairelerinde, hastanelerde işleri olan, buralara gitmekte
zorlanan Türklere yol gösteren, bazen de bizzat işlerini takip eden bir
rehberdi.
Haydar Baba aynı zamanda resmi olarak bir öğretmendi. Günümüzde de Üsküp'te Türk çocuklarının eğitim gördüğü Tefeyyüz Okulunun ilk öğretmenlerinden biriydi.
Vefatından bir gün sonra, o zaman Türklerin Makedonya'daki sesi olan ve Üsküp'te yayınlanan Birlik Gazetesi'nde hakkında çıkan yazı: |
|
|
Tito döneminin ilk yıllarında, Türklerin ana dillerinde eğitim görebilmeleri için Türk aydınları büyük mücadeleler vermiştir. Bu konuda mücadele veren Türk aydınlarından biri de kendisidir. Bilhassa Türk köylerine, Türkçe eğitim veren okulların açılması ve Ohçebol Bölgesinin merkezinde olan Cumalı köyünde Türk çocukları için Ortokul açılması için çok büyük çalaışmaları ve gayretleri olmuştur. Cumalı köyü diğer köylerin merkezinde olduğu için, diğer köylerden çocuklarını okutmak isteyenler çocuklarını buraya göndermişlerdir. 1950'li yılların başında, göçten önce burada okuma fırsatı bulan çocukların bir çoğu Türkiye'ye göç ettikten sonra ilk okuyan ve devlet kademelerinde görev alan göçmen çocukları oldular. Cumalı'daki bu Ortaokul bugün de eğitime devam etmektedir.
Haydar Baba'nın, çocukların okula göndermeleri konusunda da çok büyük çalışmaları olmuştur. Özellikle kızların okula gönderilmesi için ayrı bir gayret göstermiş, ana babaları özllikle bu konuda çok teşvik etmiştir. Toplumların ileri gitmelerinde kadının rolünü çok iyi bildiği için gittiği her yerde bu konuyu gündeme getirmiştir. Bu döneme ait değişik bölgelere ait okul fotoğraflarına baktığım zaman fotoğraflarda çok sayıda kız öğrenci olduğunu görüyorum. Haydar Baba ve onun gibi diğer toplum önderlerinin bu konudaki çalışma ve gayretlerinin karşılık bulduğu anlaşılıyor. Günümüzde Türkiye ve diğer İslâm ülkelerinde kızların okula gönderilmelerine karşı çıkan sözde din admlarının bulunduğunu düşünürsek 1950'li yılların başında Makedonya'da böyle aydın ve değerli insanlarımızın olması bizim için gurur verici bir olaydır.
|
1954-55 Çeltikçi (Orizari) Köyü İlkokulunda Türk Çocukları
|
Haydar Baba, Orta Makedonya'da bulunan Köprülü kasabasına bağlı Türk köyleri ile Köprülü İştip arasında bir bölge olan ve tamamen Türk köylerinin bulunduğu Ohçebol bölgesindeki Türklerle her zaman sıkı bir ilişki içinde olduğunu görüyoruz. Haydar Babanın şimdi emekli diplomat olan oğlu Ali Eren Beyden aldığım bilgilere göre bütün köylerle bağlantısı vardı. Ali Bey, Hıdrellezin ikinci günü yani 7 Mayısta Cumalı'da (Lozovo) düzenlenen ve bütün Türk köylerinin katıldığı "Yusuf Dede" şenliklerine gitmeyi çok sevdiğini, öğretmeninden izin alarak bu şenliklere katıldıklarını anlatıyor. Cumalı'da Sabri Aga, evinde kaldıkları çok yakın dostlarıydı. Ayrıca Vardar'a yakın olan Karaslar köyünü de çok sevdiğin ve çok gittiklerini hatırlıyor.
Karaslar köyünün ileri gelenlerinden biri olan Hoca Mehmet Dedenin torunlarından Hamdi 1952'de amansız bir hastalığa tutulur. Köprülü'deki doktorlardan şifa bulamazlar. Üstelik hastalık gittikçe ağırlaşmaktadır. Son çare olarak Üsküp'e gitmeye karar verirler. Üsküp'te Haydar Baba vardır. Haydar Baba, Hamdi ve hanımını uzun bir süre Taşköprü meydanındaki Halveti tekkesinde
misafir eder. Rahmetli Hamdi’nin iyileşmesi için değişik doktorlar bulmuş, hastahaneye yatırmış, bu
ailenin o günün şartlarında ulaşamayacakları yerlere ulaşmalarını sağlamıştır.
Haydar Babanın oğlu Ali Eren o zama on yaşlarındadır. Annesi Hadiye Hanım ve Hamdi'nin hanımı ile hergün hastahaneye ziyaret gittiklerini hatırlıyor. Hamdi'nin hastalığının , o zaman halk arasında fena hastalık denilen bir tür kanser olduğunu zannediyor.
Bütün gayretlere rağmen Hamdi şifa bulamaz ve bir müddet sonra evine gönderilir.1953 yılının hıdrellez günü vefat eder.
Hamdi’nin şimdi Türkiye'de yaşayan yakınları, aradan altmış yıldan fazla zaman geçmesine rağmen Haydar
Baba ve ailesini rahmet ve minnetle anmaktadırlar.
Ali Eren Bey, "ben Vardar çocuğu olduğum için Karaslar köyünü çok severdim" diyor. Mehmet Dede ailesinin Vardar kenarında sebze yetiştirdikleri bahçeleri vardı ve köye çok yakındı. Rametli Hamdi'nin kızı Mesure Hanım ve Ali Beyle aynı yaşta olan Hamdi'nin kızkardeşi Nevrez Hanım, Ali Bey ve annesi Hadiye Hanımı çok iyi hatırlıyor. Göçten önceki bir yaz, uzun süre onları misafir etmişler. Hadiye Hanım, Hamdi'nin babası İbrahim dedeye çeşitli basmalar ve malzemeler aldırıp, evdeki yandan kollu dikiş makinesi ile aile fertlerine entariler ve pencereler için fırfırlı perdeler dikmiş. Şeyh Haydar'ın hanımı yani "Şeyhana" köyde yaşayan ahbapları ile bilgisini ve emeğini paylaşıyor. Aslında olması gereken budur. Ama diğer şeyh ve hanımları erişilmez, kutsal insanlar gibi görüldüğü, hiç vermeden aldıkları ve hep birileri onlara hizmet ettiği için buna şaşırıyoruz. Kutsal insan yoktur, saygıyı hakeden insan vardır, Haydar baba ve ailesi gibi... Ali Bey de bazı günler bostan beklemeye, bazı günler de Vardar'a çimmeye gidermiş.
Haydar Baba, 1983 yılında
Türkiye’den gelerek Üsküp’ta, kendisini ziyaret eden Karaslarlı Mehmet Dedenin torunu Muharrem Samtaş’a şöyle
demiştir;
-Muharrem
artık mürşit olarak bizim işimiz bitti. Televizyonlar çıktı bize lüzum kalmadı.
Bize neye gelsinler, televizyondan her şeyi öğreniyorlar. Bunu diyebilen Haydar
Baba günümüz bilgisayar ve internet çağına yetişse idi dergâhın kapısına kilit
vururdu herhalde.
Haydar Baba
öldükten sonra yerine oğlu Erol geçti. Rahmetli Şeyh Erol’u 2004 yılında
ziyaret ederek tanıma fırsatı buldum. Kendisinde babasının anlayışı, bilgisi ve
kültürü olmadığı için babasının yerini dolduramamıştır. Bu makamların babadan
oğula geçmesinin yanlışlığını göstermesi bakımından çarpıcı bir örnektir. Zaten
bu kurumlar çok önceden görevlerini tamamlamışlardır. Bünyelerine giren
yanlışlıklar ve hurafeler yüzünden faydadan çok zarar verir hale gelmişlerdir.
Haydar Baba’yı
1971’de Türkiye ziyareti sırasında, Turgutlu’daki evimizde ağırladığımızda
tanımıştım. Akrabamız olmadığı halde babam kendisini yemeğe davet etmişti.
Çünkü aralarında eskiye dayanan, bir hukuk ve dostluk vardı.
Haydar Baba,
evimize geldiğinde doğal olarak hep memleketten konuşuldu. Yugoslavya’nın
durumunun iyiye gittiğini, durumların eskisi gibi olmadığını söyleyip Tito’nun
uygulamalarını biraz övünce, babamın canı sıkıldı. Tito’nun halen Yugoslavya’da
yaşayan ve göç eden Türklere çok büyük kötülükler yaptığına inanıyordu.
Düşündüğünü hemen söyleyen bir insan olduğu için, itiraz ederek Tito’nun bir
Türk tarafından övülmemesi gerektiğini, ne yaparsa yapsın Türklere yaptığı
kötülüklerin unutulamayacağını söyledi.
Babam kendi
açısından haklıydı. 1944’te Tito’nun gelişi ile başlayan ve 1955’te göç edinceye
kadar yaşadıkları dönemde, komünist uygulamalardan çok büyük sıkıntılar çekmişlerdi.
İlk yıllarda katı doktrin uygulamaları çok sıkıntı yaratmıştı. İnsanlık dışı
uygulama ve baskılar, haksız sorgulamalar, UTBA’ya (gizli polis) atılmalar, çok
ağır vergiler ve Türklere yapılan ayırımcı uygulamalar hafızasında taptaze
duruyordu.
Türk kimliğini
ve kültürünü savunan Yücelcilere, Tito döneminde terörist muamelesi yapılıp
dört Türk aydınının idam edilmesini ve birçoğunun hapislerde süründürülmesini hiç
unutmamıştı. Radyodan yayınlanarak Türkleri sindirme gayesi güden mahkemeyi, işkence
ile alınan uydurma ifadeleri hiçbir zaman içlerine sindirememişlerdi.
Mallarını ya
yok pahasına ya da bedava bırakmak zorunda bırakılmalarını unutması da
mümkün değildi. Bu yüzden babam düşüncesinde haklıydı.
Haydar Baba
Tito yönetiminin hem ilk yıllarını, hem de bizden sonraki uygulamalarını
biliyordu. ABD ve İngiltere, Sovyetler Birliğinin Yugoslavya’ya girmesini önlemek
için Tito Yugoslavya’sını siyasal ve ekonomik açıdan destekledi. Türkiye
Cumhuriyeti ile yapılan Göç Anlaşması da ABD ve İngiltere desteğinin bir
parçasıdır. Türkiye Cumhuriyeti o günlerin şartlarında İngiltere ve ABD’nin
telkinleri ile göç anlaşmasını imzaladı. Göç sonunda içeride iyice
rahatlatması, Tito’nun farklı uygulamalara yönelmesini kolaylaştırdı. İngiltere
ve Amerika’nın desteğini alan Tito her türlü baskıya ve Stalin’in tehditlerine
rağmen demirperde ülkelerine katılmayıp bağımsızlık yolunu seçmiş ve farklı
bir komünizm uygulamıştır.
İlk yıllarda yapılan bazı başarısız
uygulamalarda ısrarcı olmadı. Birçok konuda geri adımlar atıldı. Tarım alanında
köylülerin direnişi ile karşılaşan Stalin onları ya kurşuna dizdirdi ya da
sürgüne yolladı. Tito ise tarım alanındaki başarısız uygulamaları değiştirme
yoluna gitti. Kolhoz uygulaması tam bir iflasla sonuçlanınca Kooperatifçiliğe
önem verilmiş, ancak köylünün buna da direndiği görülünce katılıp katılmamakta
serbest bırakılmışlardır. Küçük toprak sahibi köylüler kendi topraklarını
kendileri işleme hakkına sahip oldular. Küçük zanaat ve ticaret erbabı da
kendileri çalışmak şartı ile kendi iş yerlerini açabiliyorlardı. Bunlar diğer
komünist ülkelerde görülmeyen uygulamalardı.
Çoğu kâğıt üzerinde kalsa da diğer
azınlıklarla birlikte Türklere de bazı kültürel haklar tanındı. İlk yıllarda
yoğun olarak yapılan din karşıtı propagandalar da hafifledi. Kiliseler, camiler
ve diğer ibadethanelere izin verildi. Ama okullarda ve parti toplantılarında
din karşıtı anlayış devam etti.
Halkın geçim
düzeyi çok iyi olmasa da yanı başlarında çok kazanıp avuç dolusu harcayan
insanlar yoktu. Yoklukta eşitlik gibi görülse de bu durum, insanları psikolojik
olarak rahatlatıyordu. Tabi ayrıcalıklı parti sınıfını saymazsak… Bütün bunlar
yeterli değildi ama eskiye göre iyi şeylerdi. Üstelik Demirperde içindeki diğer
komünist ülkelere göre çok güzel uygulamalardı. Yani Haydar Baba da kendi
açısından haklı idi.
Günümüzde Yugoslavya’dan
ayrılmış, demokrasiyle yönetilen ülkelerde yaygın olarak söylenen bir söz var;
“Yoldaş Tito, sen de yedin ama biraz da bize
verdin.
Şimdikiler de yiyorlar
ama bize hiç vermiyorlar”
Bu yüzden Tito
dönemine özlem duyanlar var.
Haydar Baba’nın
güzel projelerinden biri de Tarihi Köprülü Derbent Halveti dergâhının bir vakıf haline
getirmekti. O’na göre bu tarihi mekân ancak bir vakıf haline getirilirse
yaşayabilirdi. Kendisinin Köprülü ve Üsküp bürokrasisinde geniş çevresi vardı.
Gerekli çalışmaları yapmaya gönüllüydü.
|
Köprülü Derbent Halveti Dergâhı.
Şimdi Makedonlar ev olarak kullanmaktadırlar. |
Derbent
dergâhının varisi olan Alaeddin Yayıntaş, kendisine bağlı olanların tamamı
Türkiye’ye göç ettiği için dergâhı olduğu gibi bırakarak kendisi de Türkiye’ye
göç etmek zorunda kalmıştır. Artık buralarda onu besleyecek kimse kalmamıştı.
Kendisini bakacak olan müritlerinin yanına gitmek zorundaydı.
Gel gelelim,
Alaeddin Yayıntaş, Haydar Babanın teklifini kabul etmeyerek dergâhı Hıristiyanlara
satma yoluna gitmiştir. Para için bu tarihi mekânla beraber babasının ve
dedelerinin mezarlarını satan bir evlât, sözüm ona şeyh. Buradaki yüzyıllara
dayanan hatıralar bir çırpıda paraya değişilerek, bir tarihi mekân içindeki
değerli varlıklarıyla birlikte yok edilmiş oldu. Çok yazık.
2014 yılının
Mayıs ayında, Köprülü’yü gezerken, beraber olduğumuz bazı kişiler tekkeyi görmek
istediler. Yanımızda yaşlılar olduğu için otomobille dar sokaklara girdik.
Yürüyerek kolayca bulabileceğim tekkeyi bulmağa çalıştık. Burası Türklerin
yaşadığı bir mahalle olduğu için, karşımıza çıkan birine Tekkeyi sorduk.
Hemşehrimiz, Köprülü şivesi ile bize durumu kısa ve öz olarak açıklayıverdi;
|
Köprülü Derbent Halvetl Dergâhından kalanlar. 2006 |
-Ne tekesi be, teke yok, teke yok, tekeyi
sattilar. Krıstiyanlara satıldi. Şimdi gavurlar oturuy orda. Türbeyi soraysanız
türbe de yok, türbeyi de mezarlari da yıktilar.
Haydar Baba
her fırsatta, Köprülü Derbent Halveti Dergâhının satılmasını önleyemediği için,
çok üzüldüğünü ifade etmiştir.
1939 yılında Hitler'den kaçan bir grup Yahudi Üsküp'te yerleşecek yer aramaktadır. Üsküp Halveti tekkesinin yerini çok beğenerek büyük paralar teklif ederler. Haydar Baba, "Ben tekkesini satan şeyh olmam" diyerek bu paraları geri çevirmiş, tekkeyi satmamıştır.
Haydar Baba,
Makedonya’da kendi insanlarına ışık ve çare olmuş bir aydınımızdır. Allah
rahmet eylesin.
2015 yılında yazdığım bu yazıyı Haydar Babanın şimdi emekli olan, Diplomat oğlu Ali Eren Beyi tanıdıktan sonra yeniden düzenledim.Verdiği bilgiler ve gönderdiği tarihi belge niteliğindeki gazete küpürleri için kendisine çok teşekkür ederim. Yaptığı katkılar yazının anlamına ve mesajına zenginlik katmış oldu. Kendisine ve ailesine sağlıklı ömürler diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder