Dimko ve babası Stefan.
Velesli
(Köprülü) hemşehrim Yuliyana Miovska, Facebooktaki Veles niz minatoto (geçmişte
Veles) sayfasında tarihi bilgiler içeren çok değerli paylaşımlar yapıyor. Bu
paylaşımlar Veles’in (Köprülü) Türkler zamanındaki hayatına da ışık
tutmaktadır. Kendisine bu paylaşımları için teşekkür ediyorum.
Bu yazıda Veles’in son yorgan ustası Alaçovi ailesi anlatılıyor. Ben bu metnin Makedoncadan Türkçeye çevirisini sunuyorum. Ayrıca Makedonlar ve diğer milletlerle Türkler arasında oluşan ortak kültür ve anlayışa dikkat çekmek için bazı noktalar yorumlamak istiyorum.
Öncelikle,
yorgancılık, tenekecilik, kalaycılık, semercilik, bakırcılık vb. gibi
geleneksel Türk zanaatlarının Makedonlar ve diğer Hıristiyan milletler
tarafından benimsenerek en iyi şekilde yapıldığını anlıyoruz. Başlangıcında bu
zanaatları Türk ustalardan öğrenip benimsedikleri anlaşılıyor. Bu zanaatların
varlığı Türkler ve Hıristiyan milletler arasında ortak bir yaşama biçimini
gösteriyor.
Burada yorgan
ustası Dimko ve ailesinin bu işi Türklerin sahip olduğu anlayış ve felsefe ile yaptığını
görüyoruz. Öncelikli düşünceleri para kazanmak değil, insanları memnun etme,
doğru ve iyi iş yapmaktır.
Burada bir tespitimi belirtmek istiyorum. Başlangıçta bütün bu sanatların ustaları Türk idi. Makedonlar çocuklarını iyi bir Türk ustanın yanına vermek için can atıyorlardı. Osmanlının son dönemindeki yanlış politik uygulamaları sonucu bu sanatlar ve diğer ekonomik faaliyetler Hristiyan milletlere geçti.
1953 göçü söz konusu olduğunda, Türkiye'de sıradan bir işçi olmayayım düşüncesini taşıyan Türkler, Köprülü'deki Makedon ustaların yanına giderek ilerlemiş yaşlarında çırak oldular. Babam, marangoz Dimço'nun yanına giderek marangozluk öğrendi. Yani fetih yıllarında onlara öğrettiğimiz sanatları, göç sırasında onlardan öğrenmek zorunda kaldık. Acı ama gerçek.
“İĞNEYLE KUYU
KAZMAK”
Dimko hitap
ettiği müşteri kitlesine daha iyi hizmet vermek için onların dillerini
öğreniyor. Türkçeyi çok iyi bildiğini kullandığı deyimden anlıyoruz. “İğneyle
kuyu kazıyorum” diyor. Köprülü’ye bağlı Karaslar köyünde konuştuğum Görgi Aga
da, “tee benım kari kırmiş boynuni gitmiş” diyerek eşinin habersiz gittiğini Türkçe
bir deyimle anlatmıştı. Bir dili deyimleri ile konuşanlar o dili çok iyi
biliyorlardır. Zaten Türkler zamanında esnafların dışında çok sayıda Makedon da
Türkçe konuşuyordu. Bugün bile buralarda Türkçe konuşan çok sayıda Makedon var.
Dimko’nun
öğrendiği dillere bakarak Köprülü’nün o zamanki nüfus yapısını öğrenebiliriz.
Türkler en büyük nüfusu oluşturuyordu. Türklerden başka Makedonlar, Bulgarlar,
Sırplar, Ulahlar ve Romanlar (Çingeneler) bulunuyordu. (Aslında bizim
Çingenelerimiz eskiden olduğu gibi bugün de çok güzel bir Türkçe ile
konuşuyorlar) Makedonca, Bulgarca ve Sırpçada bugün de kullanılan binlerce
Türkçe kelime var. İnternette yayınlanan Makedonca metinlere ve yorumlara bakıldığında,
günlük konuşma dilinde kullanılan birçok Türkçe kelime görmek mümkündür. Yugoslavya
döneminin Hırvat asıllı yazarı İvo Andriç, Nobel ödülü aldığı “Drina Köprüsü”
romanının sonuna, romanda kullandığı yüzlerce Türkçe kelimeyi eklemiştir.
Türkçe kelimelerin her alanda kullanıldığını söyleyebiliriz.
“İYİLİK YAPIN İYİLİK GERİ DÖNSÜN”
Bu bizdeki iyilik yapan iyilik bulur anlayışının
ta kendisidir.
“Kapınıza kim gelirse, hangi milletten olursa olsun,
kapıyı çalana kapıyı açın. Herkes bir insandır.” İnsana insan olarak bakmak
bize hiç yabancı değil.
Makedonya’da
gezdiğimde, Makedonların, bazı yönleri ile bize çok benzediklerini gördüm.
Avrupa milletlerinde olmayan misafirperverlik ve ikram geleneği Makedonlarda
bizden farklı değildir. Hakkı olmayan bir şeyi kabul etmeme, yardımseverlik ve
bir işi en iyi şekilde yapma anlayışı yaygın. Komşuluk ilişkileri, komşuluk
hukuku çok ileri. Makedonya Türklerinde komşu evleri arasında gidip gelmeyi
kolaylaştıran ve “kapıcık” denen küçük kapılar vardır. Bu kapıcıktan komşular
birbirlerine teklifsizce gidip gelirlerdi. Aynı “kapıcık” anlayışının
Makedonlarda da olduğunu, internetteki Makedonca paylaşımlarda görüyorum. Yüz
yıllarca beraber yaşamanın sonucu olarak güzel ortak davranışlar oluşması çok
normal.
Dimko ustanın
göç edecek Türklere gümrükten altın geçirmeleri için çare üretmesi, iki toplum
insanları arasındaki yakınlığı ve güven duygusunu gösteriyor. Göç sırasında
Türklere, çok kısıtlı para ve altın götürme hakkı tanınmıştır. Bu yüzden ellerindeki
birikimleri götürmek için çeşitli yollar denenmişlerdir.
Göçten yıllar
sonra, Türkiye’ye göçmüş olan Köprülülü Türklerin, Türkiye’ye gelen Dimko’nun
eşi Trajanka’yı otelden alıp evlerinde ağırlamaları örnek ve samimi bir vefa
örneğidir.
Hüseyin ŞİRVAN - Mart 2021
ALAÇOVI-yorgan ustaları. (AЛАЧОВИ- мајстори за
јоргани.)
Veles’in (Köprülü) son yorgan ustası.
Dimko Alachovi
Veles’in son yorgancısıydı. Yorgancılık iki asırlık bir aile sanatıydı. Veles’te
uzun zaman önce elişi (el sanatları) sokağı yok oldu ve bununla birlikte el
sanatları nesli tükenmiş oldu. Bu zanaatın iz bırakan son ustası Dimko Stançevi
Alaçot’un kızı Marga Uzunova anlatıyor;
Babam Dimko
sadece Veles için değil, Prilep (Pirlepe), Bitola (Manastır), Stip (İştip) ve
Üsküp’e de yorgan yaptı. Veles’te ve ötesinde tek ustaydı. Yorganlar dışında,
dikili döşekler, yastıklar da dikerdi. Sık sık “iğne ile kuyu kazdığını”
söylerdi. O, babası Stefan 'dan, o da babasından, büyük dedem Dimko'dan
öğrendi. 1800 senesinden 1970 senesine kadar aynı yerde yorgan diktiler. Bizim
aile lakabımız Alaçot, Türkçe olan Alaçay kelimesinin çevirisidir. Yorgan da
Türkçe bir kelimedir - diyor kızı Marga.
Marga özellikle
memleketi Veles'e, birkaç Makedon aileden biri olan yorgan yapımcılarının hayat
hikâyesini anlatmak için geldi. Neredeyse iki yüzyıl boyunca yorgan yaptılar,
tüm Veles ve ötesi için diktiler. Babası Dimko bu zanaata 14 yaşında başladı.
. Merakla babası Stefan’ı yorganları dikerken ve gizlice iğne batırırken
izledi. Bu arada Veles halkının evlerine sipariş olarak çocuklar için hazırlanan
küçük yorganları taşıdı. Biraz para kazandı. Burada durmadı, küçük yorgan
dikmeye de başladı ve böylece büyükbabasının bıraktığı aile zanaatına girdi.
Büyükbabam
Stefan, zor bir zanaat olduğu için oğlunun yorgan dikmesini istemiyordu. Dedem
Stefan yavaş yavaş zanaatın sırlarını açıklamaya başladı, çünkü babam ilgiliydi.
- diye ekliyor Marga.
Bir yorgan yapmak 4 ila 5 saat, bir döşek 2,5 ila 3
saat ve yastık yapmak için çok az zaman gerekirdi
Yorganın yapımında ipek kullanılırdı, daha az Amerikan
bezi, zenginler için ve bazı durumlarda istek üzerine kadife ile de dikilirdi.
Kızı, babasının en son yorgan yapmasının üzerinden
kırk yıl geçmiş olmasına rağmen, yapım sürecini ayrıntılı olarak anlatıyor.
Önce çerçeve
bez (tuval) dikilir, ardından pamuk eklenir. Pamuk yağlı olduğu için tohumları
çıkarmak için ovulurdu ve biz çocukken çekirdekleri çıkarmak için yardım
ederdik. Sonra yatıştırıcı gelir bu pamuğun katman, katman yapıldığı bir
işlemdir. Hayvanların bağırsaklarından yapılmış bir tendonun (tetiva) bağlı
olduğu bir yay ve tokmak yardımıyla pamuk kabartılır.
(Buna pamuk atmak denir. Bu pamuk atma,
kabartma aletine Makedoncada Tetiva denmektedir. Makedonya Türkleri de tetiva
kelimesini kullanmaktadır. Yakın zamana kadar Türkiye’de ellerinde yay ve
tokmakla gezerek bu işi yapan insanlar vardı. Bu işi yapanlara Türkçede
“hallaç” denir. Yatak ve yorganlarda, pamuk yerine suni elyaf kullanıldığı için
bu işi yapanlar artık çok azaldı.)
Sonra süpürge
gelir ve oda temizlenir, özellikle tohumlar gibi hiçbir şey kalmayacak şekilde
süpürülür, böylece astar doldurulur, yorganın üzeri dövülür, böylece pamuk eşit
olarak dağıtılır.
Sonra dikiş
başlar. Uçlar ve yanlar dikilir. Baklava, gül ve yıldız gibi desen örneklerimiz
vardı. Babam onları bir parça tebeşirle çizer, ortasından çalışmaya başlardı. Nakış
işlendiğinde, iğne tüm yorganın içinden aşağı yukarı giderdi.
Bazı insanlar
olabildiğince çok pamuk konmasını istiyordu ama bu iyi değildi ve
yanılıyorlardı. Çünkü daha az pamukla, bir kişinin kendini bir yorgana sarması
daha kolaydı. Eğer fazla pamuk konulursa yorgan sertleşir ve yataktan düşer.
Çoğu, daha fazla pamuk olursa, soğuk kış gecelerinde ısıtmanın daha kolay
olacağını düşünüyordu.
Dimko Alaçot'un
dükkânı, pazarın karşı üst kısmındaydı. Komşuları kalaycı, tenekeci, semerci,
terziydi, bir de kuyumcu Мечето vardı. Eşi Trajanka da işinde ona hep yardım
etti.
Bu zanaatın
ustası, tüm müşterilerle iletişim kurabilmek için Türkçe, Sırpça, Bulgarca,
Çingenece, Ulahça konuşmayı öğrendi. Bunlardan çok sayıda müşterileri vardı. Almanya'dan
aldığı biri el, diğeri ayak ayaklı iki makine büyük bir aile serveti
değerindeydi. Onlar geçmiş bir dönemin hatırası olarak kıskançlıkla korunurlar.
İşlerin çoğu,
hasat ve tarla çalışmaları bittikten sonra ekim sonbaharında olurdu. Ardından
düğünler ve kutlamalar başlardı ve bu yeni yıla kadar sürerdi. Bu dönem boyunca
karanlıkla gelip şafakta kalktı. Çocukların günlerce babalarını görmediği oldu.
İlkbaharda biraz daha az iş vardı.
Cumartesi ve Pazar
günleri de çalıştı ama Bağışlama günü, Paskalya ve Noel'de çalışmadı. Sonunda
işten hastalandı.
Yaşlı
baba, yorgan yapmanın tehlikeli olduğunu geç anladı, astıma yakalandı ve sonra
pamuk solumamak için maske takmaya başladı. Ayrıca yardım ettiğimizde ağzımız
ve burnumuza marama (yemeni) taktı. 1972 yılına kadar çalıştı. Durduğunda hazır
yorganlar dükkânlara getirilmeye başlandı.
O
zamanlar, bebeklerin hastaneden küçük yorganlara sarılması adetti. Erkek için
mavi, kız için kırmızı veya pembe olurdu. Gelinin çeyizi gelinden damat evine götürüldüğünde,
etrafı yorganla çevrili bir arabada, yastıklar arasında herkesin görmesi için
sokakta taşınırdı. Komşular gelinin getirdiklerine bakıp yorum yaparlardı.
Dimko'nun erkek
kardeşinin torunu Vese Todorova ekledi;
Tavsiyesini hatırlıyorum: “Çocuklar, iyilik yapın ki
iyilik geri dönsün. Kapıda ister Arap ister çorbacı (Hıristiyan zengin, hatırlı
kişi) olsun kapıyı çalana aç, herkes bir insandır.”
Tüm
torunların "büyük yaşlı babası" idi, çünkü kardeşlerin en büyüğüydü
ve torunların çoğu işin hazırlanmasına nasıl yardımcı olacaklarını biliyordu.
İlginç bir
olay, yorganların Dalmaçya-Hırvatistan'a ulaşmasını sağladı. Stançevi ailesinin
arkadaşlarının kızı Crikvenica'da evlendi. Anne her zamanki gibi Veles'ten
torunlara kışın üzerlerini örtmeleri için yorgan sipariş etti. Oradaki Hırvat
akrabaları çok beğendiler. Dimko daha fazla sipariş aldı ve bir süre Alaçovi'den
Veles yorganlarıyla kendilerini örtmek istediklerini ifade eden Dalmaçyalı
birkaç Hırvat ailesi için çalıştı. 1960'lardaydı.
Dimko Alaçot,
Koço Racin'in (Velesli ünlü Makedon şair) çocukluk arkadaşıydı. Gençliğinde
birlikte okudular ve birbirlerine yardım ettiler. Kosta gelir ve yorgan
yapılmasına yardım ederdi. Bugün Sv. Cyril ve Methodius ilkokulunun arkasında bulunan
Türk okulunda okuyorlarmış. Yakınlıklarına tanıklık eden Stançevi, 2. veya 3.
sınıfta birlikte oldukları bir fotoğrafa sahip.
Marga, 50’li
yıllarda Türkler Veles’ten göç ettiklerinde babası Dimko’nun Türklere nasıl
yardım ettiğini ilk olarak açıkladı. Bu şimdiye kadar sır olarak saklanmıştı. Onlara,
çıkarmalarına izin verilmeyen lirayı (altını) nereye saklayacaklarını öğretti. Türkler
Makedonya'yı terk ettiklerinde yorgan ve döşek getirmelerine izin verildi, ama para,
altın getirmelerine izin verilmedi. Burada bırakmak zorunda kaldılar. Türkler
altını yanlarında nasıl götüreceklerini bilmiyorlardı. Babam liraları yorgan ya
da döşeğe dikmelerini önerdi. Beş altı yorgan sipariş ettiler ve ustaya lirayı
nasıl aktaracaklarını sordular. Babam onlara anlattı ve birçok aile yorgan
aldı. Hatta yorganın tamamı bozulmasın diye yeri işaretledi, bazen farklı bir parça
dikti. Mükemmel bir şekilde gizledi.
Yıllar sonra
annem ve kadınlar Türkiye’ye, İstanbul ve İzmir'e gittiler. Orada yaşayan
Türklerimiz, Velesli misafirlere Alaçovi’yi sordular. Annemi gördüklerinde
birbirlerini tanıdıkları için otelde uyumasına izin vermediler, üç gün misafir
ettiler. Çok minnettarlardı.
·
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder