1955 yılının Eylül ayında, o zamanki Yugoslavya’dan serbest göçmen olarak İzmir’e göçtük. Göçmen olmak her türlü zorluğu beraberinde getiriyor. Makedonya’nın bir Köyü’nden, yepyeni bir ülkenin büyük bir şehrine gelmek insan hayatında büyük bir değişimdir.
Başta, biz çocuklar
bu değişimin getirdiği zorlukların pek farkında değildik. Zorlukları yaşayan
büyüklerimizdi. Biz günler geçip birçok şeyden mahrum kaldıkça, bunların
farkına varacaktık.
Çocuk yaşımızda İzmir gibi bir şehre gelmek bizim için çok farklı ve eğlenceliydi. Caddelerden geçen arabaların, otobüslerin, kamyonların gidiş gelişlerine bakmak çok eğlenceliydi. Deniz kenarına gidip yüzenleri, kayıkları ve gemileri seyretmek ise bambaşka bir olaydı. Benim en büyük zevkim on kuruş bulduğumda manavdan tek tek alarak yediğim muz denilen meyveydi.
Evimiz, Şehitler
mahallesinde, Sümerbank Dokuma fabrikasının karşısındaydı.
Ben köyüm
Çeltikçi’de ilkokula başladım ve birinci sınıfı okuyarak Türkiye’ye geldim.
Okuma yazma bildiğim halde beni sil baştan birinci sınıfa aldılar. Kayıt
olduğum Alsancak İlkokulu, Alsancak Stadyumuna bitişik bir yapıydı. Stat
genişletildiği zaman, bu kendine göre mimarisi olan, tarihi bina yıkılarak
yerine kapalı tribünler inşa edildi.
Bahçesindeki
palmiye ağaçları ile karakteristik bir Ege yapısı olan bu güzel bina
köyümüzdeki okulumuza göre çok muhteşem bir yapıydı. İki katlı olmasına rağmen oldukça
yüksek bir bina idi. Geniş merdivenlerden çıktıktan sonra genişçe bir koridor
ve bu koridora açılan yüksek tavanlı sınıflar bulunuyordu. Sınıf tabanları
tahtadandı ve devamlı mazot sürüldüğü için simsiyah görünüyordu.
Bu sınıfta yaşadığım olumsuz
olaylar yüzünden, Türkiye’deki bu ilk öğretmenimin adını ve simasını bu gün hiç
hatırlamıyorum.
Memleketteki sınıfım (1955) |
Memlekette birinci sınıfı okuduğum için, okumayı sökmüş olmalıyım ki; kısa bir zaman sonra sınıfta ilk okuyan öğrenci olarak ilan edildim. Okumayı söken öğrenciye bir nişan olarak kırmızı kurdele takılması gerekiyordu. Çünkü öğretmenimiz okumayı başaran her öğrenciye kırmızı kurdele takılacağını söylemişti.
Öğretmenimizin:
-Tamam, göçmen, kırmızı kurdeleyi
hak ettin dediği gün eve büyük bir sevinçle gittim. Okumaya, bilgiye çok önem
veren babam ve ailem çok sevindiler.
Bir çiftçi çocuğu olarak doğan ve
hayatının önemli bir bölümünü bu işle geçiren babam, Türkiye’ye göçme söz
konusu olunca, ”orada tarlam, malım olmayacak sıradan bir işçi olmayayım” diye
düşünerek bir ustaya para ödeyerek marangozluk öğrenmiş. Okumamızı, iyi
meslekler edinmemizin yanında bilgili, kültürlü insanlar olmamız için isterdi.
Bunun için ömrü boyunca her türlü fedakârlığı yaparak okumamız için gerekli
şartları sağlamağa çalıştı.
Kırmızı kurdeleyi hak ettiğimin
söylendiği günden sonra her gün onun hayaliyle okula gitmeme rağmen, bu bir
türlü gerçekleşmiyordu. Bir gün bütün cesaretimi toplayarak,
-Öğretmenim, bana ne zaman
kurdele takacaksınız? diye sordum. Aldığım cevap beni allak bullak etti:
-Senin önlüğün yok göçmen! Ne
zaman okula önlükle gelirsen o zaman takacağım.
Evet, önlüğüm
yoktu, okula memleketten getirdiğimiz lacivert bahriyeli ceketi ile gidiyordum.
Memlekette köyün zenginlerinden
sayılırken, sınırı geçer geçmez fakir olmuştuk. Evinde çalışma yaşında
insanları olan göçmenler kısa sürede durumlarını düzelttiler. Ailemizde tek babam çalıştığı için biz maddi
yönden sıkıntı içindeydik. O günün Türkiye şartlarında önlük almak çok zor
olmalıymış ki bir türlü önlük alınamamıştı.
Her gün anneme ağlıyor, sızlıyor önlük
istiyordum. Çünkü benden sonra okumayı söken öğrencilere birer birer kurdele
takılmaya başlanmıştı. Benim için okula gitmek artık işkence haline gelmişti.
Bu arada
öğretmenizin, okulumuzun başka sınıfında okuyan oğlunun doğum günü partisi için
evine davet edildik. Alsancak semtinde olan bu eve nasıl gittiğimi hiç
hatırlamıyorum. Toplu olarak götürüldük her halde. Hatırladığım başka şeyler
var. Dolaplı radyo ve pikap bunların en önemlisi idi. Hele üst üste konan
plakların sırayla düşüp çalması beni çok etkilemişti. Derken bir zil sesiyle
herkes sustu, hayatımda ilk defa telefon görüyordum. Arayan öğretmenimizin
nakliyeci olan eşiydi, oğlunun doğum gününü kutluyordu. O gün pasta da yedim
herhalde...
Bütün bunlar beni ezmişti, çok
sıkılmıştım. Hele yanlış bir şey yaparım diye de çok korkmuştum. Ayrıca sınıf
arkadaşlarımın “göçmen” aşağı “göçmen” yukarı hitapları beni çok rahatsız
ediyordu. Alsancak ilkokulunda göçmen öğrenci çok azdı. Öğretmenimizin bana bu
şekilde hitap etmesini, bu gün bir eğitimci olarak açıklayamıyorum. Zaten
kendisi de bu yanlışın farkına varmış olacak ki bir müddet sonra, bana adımla
hitap ederek, arkadaşlarımın da göçmen demelerini yasakladı.
Öğretmenimin önlükte ısrar
etmesine ve bana bir önlük temin edememesine halâ çok şaşırıyorum.
Zaman geçiyor, neredeyse sınıfın
tamamı kırmızı kurdelesine kavuştuğu halde, ben halâ kurdeleme kavuşamamıştım. Evde
baskımı her gün daha da artırıyordum.
Nihayet bir gün
benim çilekeş ve cefakâr annem kimsenin düşünemediği bir çözüm buldu.
Memleketten gelirken eşya koymak için dikilen Amerikan bezinden torbaları
sökerek, bana bir önlük dikme mucizesini gösterdi. Evimizde 1950’li yılların başından
beri ayaklı Sınger marka dikiş makinası vardı. Önlüğüm dikildikten sonra, kumaş
boyasıyla siyaha boyanınca iş tamamlanmış oldu. Bu gün düşündüğüm zaman
anneciğimin bu yaratıcılığına hayranlık duyuyorum.
Zaten annem hayatımız boyunca
zorlukları aşmamızda hep bize rehber olmuştur. Bütün hayatını ailesine adayan
fedakâr bir insandı. Varlıklı bir aileye gelin gelmesine rağmen pek rahat
ettiği söylenemez. Ömrü hep çalışarak ve değişik sıkıntılarla geçti. Bizde
“İşleen iine pas tutmaz” diye bir söz vardır. O yokluk yıllarında çoğu zaman
annemin diktiklerini giydik. Dikiş konusunda hiçbir eğitimi yoktu, ama onda
bütün Türk kadınlarında bulunan yaratma gücü vardı. Annem ayrıca çok zeki bir
insandır. Hiçbir öğrenim görmediği halde zihinden yaptığı hesaplamalarla bizi
hep şaşırtmıştır.
İnsan yetişkinlik çağına gelince
anne ve babasının kendisi için yaptıklarını daha iyi kavrıyor. Şimdi baktığım
zaman, anne ve babamın ama özellikle annemin benim için, kardeşlerim için çok
büyük fedakârlıklara katlandığını anlıyorum. Hele doğru dürüst okul
görmemelerine rağmen bize temel insanî değerleri; doğruluğu, yalan söylememeyi
bilhassa haramı ve helâli öğretmek için gösterdikleri çabaları şimdi daha çok
takdir ediyorum.
Okula sıra dışı özel dikilmiş ve
boyanmış önlüğümle gidince öğretmenim kurdelemi taktı. Ama ben ikinci sınıfta o
sınıfa ve okula dönmedim.
İlkokula, Bornova’ya bağlı, göçmenlerin
yoğun olduğu Mersinli İlkokulunda devam ettim ve oradan mezun oldum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder