8 Eylül 2018 Cumartesi

ÖĞRETMENİM MEMDUHA İÇPINARCIOĞLU

Liseyi bitirdiğimde Memduha Hanımın Karşıyaka'daki evinde- 1967
1955 yılının eylül ayında, o zamanki Yugoslavya'dan serbest göçmen olarak İzmir'e geldik. Göçmen olmak her türlü zorluğu beraberinde getiriyor. Makedonya'nın bir köyünden, yepyeni bir ülkenin büyük bir şehrine gelmişsiniz, ev yok, iş yok... Bölge farklılığından doğan konuşma ve davranış gibi uyuşmazlıklar zorlukları daha da artırıyor.
Çocuk yaşımızda İzmir gibi bir şehre gelmek çok hoşumuza gidiyordu. İlk günlerde hiçbir zorluğun farkında olmadan, yeni yeni oyunlar ve zevkler keşfediyorduk. Benim en büyük zevkim on kuruş bulduğumda manavdan tek tek alarak yediğim muz denilen meyveydi. Şehitler mahallesinde, halk arasında Darağacı denilen mıntıkada oturuyorduk. İzmir suikastından sonra idam sehpaları buraya kurulduğu için halk arasında bu isimle anılıyordu.

  Deniz, bizim gibi dereden ve Vardar’dan başka su görmemiş insanlar için çok ilgi çekici bir şeydi. Sık sık deniz kenarına giderek, denize girenleri seyrederdim. Sadece şort giydiğim bir gün, benden oldukça büyük bir çocuk, beni tuttuğu gibi denize attı. Ayaklarım dibe vurdu, çırpınarak, biraz da su yutmuş olarak güçlükle dışarı çıktım. Bu benim ilk ve çok etkili yüzme dersim oldu. Bu bana cesaret vermiş olmalı ki bundan sonra kenardan kenardan denize girmeye başladım. O günlerde denize girilen bu yerden şimdi sahil yolu geçiyor. Zaten körfeze değil girmek, kıyısında gezmek bile zorlaştı.
Ben memleketten ilkokul birinci sınıfı okuyarak geldim. Ama ne kadar, hangi seviyede okuma yazma bildiğimi hatırlamıyorum. Beni sil baştan, yeniden birinci sınıfa aldılar. Kayıt olduğum Alsancak ilkokulunun yerinde Alsancak stadyumunun kapalı tribünleri bulunuyordu. Stat genişletildiği zaman, bu kendine göre mimarisi olan, tarihi bina yıkılarak yerine kapalı tribünler inşa edildi. Zaten yakın zamanda bu stadyum da yıkıldı. Bahçesindeki palmiye ağaçları ile karakteristik bir Ege yapısı olan bu güzel bina köyümüzdeki okulumuz yanında bize çok muhteşem görünürdü. İki katlı olmasına rağmen yüksek bir bina idi. Geniş merdivenlerden çıktıktan sonra genişçe bir koridor ve bu koridora açılan yüksek tavanlı sınıflar bulunuyordu. Sınıf tabanları tahtadandı ve devamlı mazot sürüldüğü için simsiyah görünüyorlardı.
Türkiye'deki bu ilk öğretmenimin adını ve simasını bugün hiç hatırlamıyorum. Ama o sınıfta yaşadığım bir olayı hiçbir zaman unutmadım. Hele öğretmen olduktan ve sınıf öğretmeni olan eşimin okullarda yaşadıklarını gördükten sonra, bu olay hafızamda daha büyük bir yer buldu.
             Memlekette birinci sınıfı okuduğum için, az çok okumayı sökmüş olmalıyım ki; kısa bir zaman sonra sınıfta ilk okuyan öğrenci olarak ilan edildim. Okumayı söken öğrenciye bir nişan olarak kırmızı kurdele takılması gerekiyordu. Çünkü öğretmenimiz okumayı başaran her öğrenciye kırmızı kurdele takılacağını söylemişti. Öğretmenimizin -- "tamam göçmen, kırmızı kurdeleyi hak ettin" dediği gün eve büyük bir sevinçle gittim. Okumaya, bilgiye çok önem veren babam ve ailem çok sevindiler. Bir çiftçi çocuğu olarak doğan ve hayatının önemli bir bölümünü bu işle geçiren babam, Türkiye'ye göçme söz konusu olunca,"orada tarlam, malım olmayacak sıradan bir işçi olmayayım" diye düşünerek bir ustaya para ödeyerek marangozluk öğrenmişti. Okumamızı iyi meslekler edinmemizin yanında bilgili, kültürlü insanlar olmamız için isterdi. Bunun için ömrü boyunca her türlü fedakârlığı yaparak okumamız için gerekli şartları sağlamağa çalıştı.                                        
Kırmızı kurdeleyi hak ettiğimin söylendiği günden sonra her gün onun hayaliyle okula gitmeme rağmen, bu bir türlü gerçekleşmiyordu. Bir gün bütün cesaretimi toplayarak, "öğretmenim, bana ne zaman kurdele takacaksınız?" diye sordum. Aldığım cevap beni allak bullak etti:
"Senin önlüğün yok göçmen, ne zaman okula önlükle gelirsen o zaman takacağım"
 Evet, önlüğüm yoktu, okula memleketten getirdiğimiz lacivert bahriyeli ceketi ile gidiyordum. Ailemizde tek babam çalıştığı için maddi yönden sıkıntı içindeydik. O günün Türkiye şartlarında önlük almak çok zor olmalıymış ki bir türlü önlük alınamamış. Üstelik bütün varlığımızı bırakarak göç ettiğimiz için hiçbir birikimimiz de yoktu.
Bunların farkında olmadığım için her gün anneme ağlıyor, sızlıyor önlük istiyordum. Çünkü benden sonra okumayı söken öğrencilere kurdele takılmağa başlanmıştı. Benim için okula gitmek artık işkence haline gelmişti.
Bu arada öğretmenizin, bir başka sınıfta okuyan oğlunun doğum günü partisi için evine davet edildik. Alsancak semtinde olan bu eve nasıl gittiğimi hiç hatırlamıyorum. Hatırladığım başka şeyler var. Dolaplı radyo ve pikap bunların en önemlisi idi. Hele üst üste konan plakların sırayla düşüp çalması beni çok etkilemişti. Derken bir zil sesiyle herkes sustu, hayatımda ilk defa telefon görüyordum. Arayan öğretmenimizin nakliyeci olan eşiydi, oğlunun doğum gününü kutluyordu. O gün pasta da yedim herhalde. Bütün bunlar beni ezmişti, çok sıkılmıştım, hele yanlış bir şey yaparım diye de çok korkmuştum. Ayrıca sınıf arkadaşlarımın "göçmen" aşağı "göçmen" yukarı hitapları beni çok rahatsız ediyordu. Öğretmenimizin bana bu şekilde hitap etmesini, bugün bir eğitimci olarak açıklayamıyorum. Zaten kendisi de bu yanlışın farkına varmış olacak ki bir müddet sonra, bana adımla hitap ederek, arkadaşlarımın göçmen demelerini yasakladı.
Zaman geçiyor, neredeyse sınıfın tamamı kırmızı kurdelesine kavuştuğu halde, ben hâlâ bu şerefe ulaşamamıştım. Evde baskımı her gün daha da artırıyordum. Nihayet bir gün annem kimsenin düşünemediği bir çözüm bularak, zorda kalan insanların neler yapabileceğini göstermiş oldu. Memleketten gelirken eşya koymak için Amerikan bezinden yapılmış çok sayıda torba vardı. Annem bunları sökerek, bana bir önlük dikme mucizesini gösterdi. Önlüğüm dikildikten sonra, kumaş boyasıyla siyaha boyanınca iş tamamlanmış oldu. Bugün düşündüğüm zaman anneciğimin bu buluşunu çok, pek çok takdir ediyor ve onu alkışlıyorum.          
İkinci sınıfa geçtiğim zaman, göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Mersinli yakınlarındaki Çınarlı'ya taşındık. Çınarlı tren istasyonunun yakınlarında, karşısında büyük bir çamlık bulunan küçük bir evde oturmağa başladık. Bu çamlık arazisine daha sonra Çınarlı Endüstri Meslek Lisesi inşa edilecekti.
Babam yine eski mahallemizde çalışmağa devam ettiği için, Çınarlıdan gidip gelmek kolay oluyordu. Bu yüzden benim de Alsancak ilkokuluna devam etmemi istiyordu. Ona göre, bu okulda sınıf mevcutları az olduğu gibi eğitim için gerekli her şey tamdı. Mersinli ilkokulunda ise sınıflar çok kalabalıktı. Üstelik sabahçı, öğleci, akşamcı olmak üzere üç posta eğitim yapılıyordu. Bu okula giden akraba çocuklarından bilgi alan babam ısrarla eski okuluma gitmem için beni razı etmeğe çalışıyordu. Çünkü ben eski okuluma gitmek istemiyordum. Öğretmenimi sevmiyordum, arkadaşlarımla kaynaşamamıştım, yani orada mutlu değildim. Ne olursa olsun başka bir okula gitmek istiyordum. Babam beni razı edebilmek için yol parası dışında her gün yirmi beş kuruş harçlık vermeyi de vaat ediyordu. Bu o zamanki şartlara göre çok önemli bir miktar ve benim için büyük paraydı.
Babamın ısrarları kâr etmedi ve ben Mersinli ilkokuluna kayıt oldum. İkinci sınıf benim için kayıp bir yıl oldu. Sınıfımız çok kalabalık olduğu gibi devamlı bir öğretmeni de yoktu. O yıl yanlış hatırlamıyorsam dört öğretmen gördüm. Bunların içinde lise mezunu olan vekil öğretmenler de vardı. Üstelik üç posta eğitim görüyorduk. Tam bir kargaşa yaşanıyordu. Rumeli'nin her tarafından gelmiş köylü, şehirli her seviyeden ailelerin çocukları yanında, Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden gelmiş insanların çocukları, okul mevcudunu adeta patlatmıştı.  İkinci sınıfta derslerimize giren hiçbir öğretmenimi hatırlamıyorum. Babam haklı çıkmıştı, ama yapacak bir şey yoktu.
Mersinli İlkokulu - 1958
Üçüncü sınıfta öyle bir öğretmenim oldu ki, hayatım değişti diyebilirim. Öğretmenliğin çok zor olduğu bu ortamda Memduha Hanım, bizim için bir kurtarıcı oldu. Üçüncü sınıfta buluştuğum Memduha Hanım benim son öğretmenim olacak, hatta bu öğrenci öğretmen ilişkisi, ana oğul ilişkisine dönüşerek, öğretmenim rahmetli oluncaya kadar devam edecekti. Her öğrenciyle ayrı ayrı ilgilenir, sevgi ve şefkatini kimseden esirgemezdi. Kendisi ile çok güzel üç yıl geçirdik. Şiir okumamı çok beğendiği için her bayram bana şiir okuturdu. Bu, o günlerde bizim için çok büyük bir başarıydı. Rahmetli babam her bayram okulda yapılan törenlere katılarak, benim orada şiir okumamı gururla seyrederdi.
Babam okumaya ve güzel sanatlara çok büyük ilgi duyardı. Güzel sesiyle Rumeli türkülerini evde ve dost meclislerinde seslendirirdi. Yaptığım resimleri çok beğenir, beni teşvik ederdi. Resim derslerinde en başarılı öğrenciydim. Öğretmenim de resimlerimi çok beğeniyor, benimle özel olarak ilgileniyordu. Dördüncü sınıfa geçtiğimizde, resim kursu için haftada iki gün Karşıyaka'ya gidip gidemeyeceğimi babama sormamı istedi. Babam iyi yetişmemiz için hiç bir fedakârlıktan kaçınmazdı. Bende böyle bir kabiliyetin öğretmenim tarafından görülüp resim kursuna layık görülmem onu çok memnun etmişti.
Böylece haftada iki gün Karşıyaka Çocuk kütüphanesinde açılan resim kursuna devam etmeğe başladım. Öğleci olduğumuz için, sabah kurs için Karşıyaka'ya gidiyor, kurs bitiminde öğretmenimin evine uğruyordum. Memduha Hanım eve uğramam için sıkı sıkı tembih ediyordu. Bana güzel bir yemek yedirdikten sonra, beraberce evden çıkıp, okulumuza gidiyorduk. Bu kurs beşinci sınıfta da aynen devam etti. Yalnız bu defa sabahçı olduğumuz için, öğleden sonra, öğretmenimle birlikte evine gidiyor, yemeğimizi yedikten sonra kursa katılıyordum.
Yıllar sonra oğlumun sünnet düğününe geldiğinde, bu kurs günlerimizi ve bana yedirdiği güzel yemekleri hatırlattığımda, hiçbirini hatırlamadığını görünce, O'nun büyüklüğünü bir defa daha takdir ettim. Ancak büyük insanlar yaptıkları iyilikleri unutup, yeni iyiliklere yönelirler. Memduha hanım, o kadar çok iyilik yapmıştır ki bunları hatırlaması mümkün değildir. Bunlardan benim dışımdaki birine yakından şahit oldum. Ortaokulda da aynı sınıfta okuduğumuz Ramazan adında bir göçmen arkadaşımız vardı. Maddi sıkıntılar yüzünden okula devam edemediği için, öğretmenimiz onu bir matbaaya yerleştirerek, iyi bir matbaacı olmasında birinci derecede rol aldı. Ramazan bugün büyük bir matbaası ve birçok elemanı olan çok başarılı bir iş adamıdır.
Ben de hayatımı resim öğretmeni geçirdim ve şimdi emekliyim. Resme yönelmemi büyük ölçüde Memduha öğretmenime borçlu olduğumu düşünüyorum. Bunun dışında ondan hayatım boyunca faydalanacağım çok şeyler öğrendim. Bana ve birçok arkadaşıma çok büyük bir okuma ve kitap sevgisi aşıladı. Daha lise çağında oldukça büyük kitaplıklar oluşturan arkadaşlarım oldu. Ben de kendi çapımda, maddi imkânlar ölçüsünde bir kitaplık oluşturdum.
Vefatından önce sık sık görüşme imkânımız oldu. Eşimle, Zeytinalan'daki yazlığına gittiğimizde bizi büyük bir sevinçle karşılar, her biri hayat dersi olan nasihatlerde bulunurdu. Ölünceye kadar bize ışık oldu. 
Ruhun şad mekânın cennet olsun Memduha İçpınarcıoğlu öğretmenim!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder