Belgrad Kalesi ve Saat Kulesi |
2012
yılında Türkiye’de okuyup mühendis olan İsmail’in düğünü için Prizren’e gitmeye
karar verdim. İsmail, 2006 yılında Prizren sokaklarında tanıştığım Mehdi
Kureyş’in oğlu. O zamandan sonra aramızda tam manası ile bir dostluk ilişkisi
gelişti.
Niyetim
burada bir müddet kaldıktan sonra Prizren üzerinden Belgrad’a gitmek.
Burada
dört güzel gün geçirdikten sonra Belgrad’a nasıl gideceğimi soruşturuyorum.
Dostlarım, her akşam Prizren’den Belgrad’a giden otobüs olduğunu, buna binebileceğimi
söylüyorlar.
Biletimi
alıp Prizren’den kalkan Belgrad otobüsüne binmek için garaja geldiğimde bir
sürprizle karşılaşıyorum. Otobüs şoförü Türkiye pasaportu taşıdığım için
buradan Sırbistan’a geçemeyeceğimi, geçsem bile Belgrad’da ve Sırbistan’dan çıkarken
güçlük yaşayacağımı söylüyor. Sırp hükümeti Kosova’yı kendi toprağı saymaya
devam ettiği için Kosova çıkışına gümrük kapısı kurmamış, pasaporta mühür
basacak bir makam yokmuş. Mühür basarsa Kosova’yı tanımış olacağını, bu yüzden
gümrük kapısı açmadıkları ifade ediliyor. Buradan giden Kosovalıları da kendi
vatandaşı olarak gördüğü için normal kimlikleri ile giriş çıkış yaptırıyormuş.
Üsküp’e dönüp oradan Niş üstünden gitmem gerekiyor. Ben de öyle yaparak ertesi
gün Üsküp’e dönerek, akşam Belgrad yolunu tutuyorum.
Belgrad’a
sabahın erken saatinde inip hemen Kaleye yakın bir otel buluyorum. Otel
yetkililerinin ilk sorusu pasaportumda mühür olup olmadığı oldu. Pasaportunda
mühür olmayanlara otelde oda vermediklerini söylediler. Otobüs şoförünün uyarılarının
ne kadar yerinde olduğu böylece ortaya çıktı.
Bizimkilerin
Beligrat diye telaffuz ettikleri, Sırpların Beograd (Beyaz Kent ya da Akşehir)
dedikleri Belgrad, bir buçuk milyon nüfusu ile altı federe devletten oluşan
eski Yugoslavya’nın başkenti iken şimdi sadece Sırbistan’ın başkenti. Üstelik
çok küçülmüş bir Sırbistan’ın… Siyasetçilerin “Büyük Sırbistan” hayali ve
hırsı, masum insanların katliamlara uğramalarına, evsiz barksız kalmalarına ve
daha birçok acıya sebep oldu. Savaşın açtığı yaraların yakın zamanda kapanması
pek mümkün görülmüyor. İnsanlar kaybettiklerinin acısını her gün derinden
hissederek acıyla yaşamak zorundalar.
Bu
sürecin sonunda Sırbistan’ın büyüme isteğinin aksine küçüldüğünü görüyoruz. En
son Karadağ ve Kosova’yı da kaybedince denize kıyısı bile olmayan küçük bir
kara devleti haline geldi. Ekonomisinin durumu döviz bozdururken hemen kendini
gösteriyor. Ekonomisi hiç de iyi olmayan Makedonya’da bir avro altmış bir Denar
iken Sırbistan’da bir avro yüz on üç Dinardan işlem görüyor. Otobüste yan yana
yolculuk yaptığımız orta yaşlı bir Sırp vatandaşı, çok büyük bir işsizliğin
yaşandığını, pahalılığın arttığını, bu yüzden hayat şartlarının çok
zorlaştığını anlattı. Hukukçu olduğunu, ancak Makedonya’da Gostivar’da iş
bulabildiğini şimdi Niş’teki ailesini ziyarete gittiğini anlattı.
Prizrenli
dostlarımdan aldığım bilgilerle Belgrad’da dolu dolu iki gün geçirdim.
Gezmekten ayak parmaklarım su topladı. Rahmetli babamdan dinlediğim yerleri de
arayıp bularak geçmişle rabıta kurdum. Özellikle tarihi tren garında çok
duygulandım. Banklara oturup trenlere inip binen insanları gözledim. Babam ve
diğer hemşehrilerimin, bir zamanlar bu insanlar gibi burada trenlere inip
bindiklerini düşündüm. Tarifi zor duygular içine girdim. Yanımda dertleşecek kimse
olmadığı için kendimle dertleştim. Zaman zaman içim doldu, gözlerim yaşardı.
Kalemegdan Zından Kapiya |
Belgrad’da
beni en çok etkileyen yerlerden biri de “Kalemegdan” oldu. Sırplar Belgrad
kalesine böyle diyorlar. Buradan Nazlı Tuna ve kale önünden geçerek Tuna’ya
karışan Sava nehrine bakmak olağanüstü bir şey. Belgrad kalesi Sarayburnu’nu
hatırlatıyor.
Kalemegdan’ın
tarihi dokusu bize yabancı değil. Kuleler, kapılar, surlar ve daha birçok şey
bizim izlerimizi taşıyor. Kapı tabelalarında Kiril alfabesi ile Sırpça yazılmış
isimlerini okuyorum;
Zından Kapiya, Stambol Kapiya, Defterdar
Kapiya.
Ayrıca
Dizdareva Kula (Dizdar Kulesi), Yakşih
Kula, Veliki Bunar (Koca Pınar) ve Sahat Kula (Saat Kulesi) önemli yapılar
olarak yükseliyor. Yukarıda yazdığım isimleri kale içindeki turizm bürosundan
aldığım Sırpça kitapçıktan aynen aktardım.
Bu
topraklarda bizim bir geçmişimiz var. Kaç yüzyıl Sırbistan ve Belgrad’ın hakimi
olarak buralarda yaşamışız. Kültürümüzün izleri burada yaşamaya devam ediyor.
Sırpçaya girmiş Türkçe kelimeler tabelalarda ve etiketlerde görülüyor. Üstelik
çok uzak olmayan bir zamanda yakınlarımın burada yaşadığı acı tatlı hatıralar da
var. Babam ve diğer birçok yakınım çeşitli nedenlerle Belgrad’a gelmişler.
Gezmeyi çok seven rahmetli babam kış aylarında arkadaşı Necati Altınay ile
Yugoslavya’nın önemli şehirlerini gezmişler. Gördüğü en temiz ve düzenli şehrin
Hırvatistan’ın başkenti olan Zagrep olduğunu söylerdi.
Belgrad’la
ilgili dinlediğim olay ve hatıraları hatırlayıp gördüğüm yerlerle
ilişkilendirmeye çalışıyorum. Çoğunlukla hüzünleniyorum. Ama buraları gezme
fırsatı bulduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Şu da bir gerçek ki, bir
şansı yakalamak için gayret göstermek emek vermek gerekir. Ben bu gayreti her
zaman fazlası ile gösteriyorum. Emeksiz hiçbir güzelliğe ve değere ulaşmak
mümkün değildir.
Kalemegdan''dan Tuna ve Sava. |
İkinci
günün gecesi Üsküp’e dönmek üzere yola çıkıyorum. Rahmetli babam ve
arkadaşlarının ikinci dünya savaşı devam ederken bin bir zorlukla günlerce
yürüyerek aştıkları bu yolu rahat koltuğumda bir gecede aşacağım.
Haritaya
göre Kragoyevas kavşağından geçip, Niş üzerinden gideceğiz. Bu güzergâh İkinci
Dünya savaşı sırasında 1940’lı yıllarda rahmetli babam ve Kişinalı Yeni Hüseyin
(Hüseyin Yeni) dayının evlerine ulaşmak için kat ettikleri güzergâhtı.
Babam
1942, Hüseyin Dayı da savaş biterken, 1944 yılında Kragoyevas şehrinden yola
çıkıp, bu yolu birçok tehlike atlatarak, her an ölüm tehlikesi altında yaya
olarak geçmişler. Bilhassa Kosova’da Arnavut
Sırp çatışması yüzünden her Müslüman’ın
milliyetine bakılmaksızın katledilmesi gereken bir düşman olarak görüldüğü bir
ortamda can pazarı yaşamışlar. Çok iyi bildikleri Sırpça sayesinde canlarını
kurtarmışlar. Hüseyin dayı kendine, anasına, babasına Hıristiyan isimleri
vererek, yani Hıristiyan rolü oynayarak canını nasıl kurtardığını, yaşadığı
sıkıntıları anlatmayı çok severdi. Otobüsümüz Sırbistan’da ilerlerken
çocukluğumdan itibaren defalarca merak ve heyecanla dinlediğim olaylar bir film
şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Karmaşık duygular içinde onları ve diğer
arkadaşlarını rahmetle anıyorum.
Belgrad Garı |
Sabah
Üsküp üzerinden Gostivar’a vardığımda yorgun ama huzurluydum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder