5 Eylül 2018 Çarşamba

BELGRAD VE HATIRALAR


Belgrad Kalesi ve Saat Kulesi
2012 yılında Türkiye’de okuyup mühendis olan İsmail’in düğünü için Prizren’e gitmeye karar verdim. İsmail, 2006 yılında Prizren sokaklarında tanıştığım Mehdi Kureyş’in oğlu. O zamandan sonra aramızda tam manası ile bir dostluk ilişkisi gelişti.
Niyetim burada bir müddet kaldıktan sonra Prizren üzerinden Belgrad’a gitmek.  
Burada dört güzel gün geçirdikten sonra Belgrad’a nasıl gideceğimi soruşturuyorum. Dostlarım, her akşam Prizren’den Belgrad’a giden otobüs olduğunu, buna binebileceğimi söylüyorlar.
Biletimi alıp Prizren’den kalkan Belgrad otobüsüne binmek için garaja geldiğimde bir sürprizle karşılaşıyorum. Otobüs şoförü Türkiye pasaportu taşıdığım için buradan Sırbistan’a geçemeyeceğimi, geçsem bile Belgrad’da ve Sırbistan’dan çıkarken güçlük yaşayacağımı söylüyor. Sırp hükümeti Kosova’yı kendi toprağı saymaya devam ettiği için Kosova çıkışına gümrük kapısı kurmamış, pasaporta mühür basacak bir makam yokmuş. Mühür basarsa Kosova’yı tanımış olacağını, bu yüzden gümrük kapısı açmadıkları ifade ediliyor. Buradan giden Kosovalıları da kendi vatandaşı olarak gördüğü için normal kimlikleri ile giriş çıkış yaptırıyormuş. Üsküp’e dönüp oradan Niş üstünden gitmem gerekiyor. Ben de öyle yaparak ertesi gün Üsküp’e dönerek, akşam Belgrad yolunu tutuyorum.

Belgrad’a sabahın erken saatinde inip hemen Kaleye yakın bir otel buluyorum. Otel yetkililerinin ilk sorusu pasaportumda mühür olup olmadığı oldu. Pasaportunda mühür olmayanlara otelde oda vermediklerini söylediler. Otobüs şoförünün uyarılarının ne kadar yerinde olduğu böylece ortaya çıktı.
Bizimkilerin Beligrat diye telaffuz ettikleri, Sırpların Beograd (Beyaz Kent ya da Akşehir) dedikleri Belgrad, bir buçuk milyon nüfusu ile altı federe devletten oluşan eski Yugoslavya’nın başkenti iken şimdi sadece Sırbistan’ın başkenti. Üstelik çok küçülmüş bir Sırbistan’ın… Siyasetçilerin “Büyük Sırbistan” hayali ve hırsı, masum insanların katliamlara uğramalarına, evsiz barksız kalmalarına ve daha birçok acıya sebep oldu. Savaşın açtığı yaraların yakın zamanda kapanması pek mümkün görülmüyor. İnsanlar kaybettiklerinin acısını her gün derinden hissederek acıyla yaşamak zorundalar.
Bu sürecin sonunda Sırbistan’ın büyüme isteğinin aksine küçüldüğünü görüyoruz. En son Karadağ ve Kosova’yı da kaybedince denize kıyısı bile olmayan küçük bir kara devleti haline geldi. Ekonomisinin durumu döviz bozdururken hemen kendini gösteriyor. Ekonomisi hiç de iyi olmayan Makedonya’da bir avro altmış bir Denar iken Sırbistan’da bir avro yüz on üç Dinardan işlem görüyor. Otobüste yan yana yolculuk yaptığımız orta yaşlı bir Sırp vatandaşı, çok büyük bir işsizliğin yaşandığını, pahalılığın arttığını, bu yüzden hayat şartlarının çok zorlaştığını anlattı. Hukukçu olduğunu, ancak Makedonya’da Gostivar’da iş bulabildiğini şimdi Niş’teki ailesini ziyarete gittiğini anlattı.

Prizrenli dostlarımdan aldığım bilgilerle Belgrad’da dolu dolu iki gün geçirdim. Gezmekten ayak parmaklarım su topladı. Rahmetli babamdan dinlediğim yerleri de arayıp bularak geçmişle rabıta kurdum. Özellikle tarihi tren garında çok duygulandım. Banklara oturup trenlere inip binen insanları gözledim. Babam ve diğer hemşehrilerimin, bir zamanlar bu insanlar gibi burada trenlere inip bindiklerini düşündüm. Tarifi zor duygular içine girdim. Yanımda dertleşecek kimse olmadığı için kendimle dertleştim. Zaman zaman içim doldu, gözlerim yaşardı.
Kalemegdan Zından Kapiya
Belgrad’da beni en çok etkileyen yerlerden biri de “Kalemegdan” oldu. Sırplar Belgrad kalesine böyle diyorlar. Buradan Nazlı Tuna ve kale önünden geçerek Tuna’ya karışan Sava nehrine bakmak olağanüstü bir şey. Belgrad kalesi Sarayburnu’nu hatırlatıyor.
Kalemegdan’ın tarihi dokusu bize yabancı değil. Kuleler, kapılar, surlar ve daha birçok şey bizim izlerimizi taşıyor. Kapı tabelalarında Kiril alfabesi ile Sırpça yazılmış isimlerini okuyorum;
 Zından Kapiya, Stambol Kapiya, Defterdar Kapiya.
Ayrıca Dizdareva Kula (Dizdar Kulesi),  Yakşih Kula, Veliki Bunar (Koca Pınar) ve Sahat Kula (Saat Kulesi) önemli yapılar olarak yükseliyor. Yukarıda yazdığım isimleri kale içindeki turizm bürosundan aldığım Sırpça kitapçıktan aynen aktardım.
Bu topraklarda bizim bir geçmişimiz var. Kaç yüzyıl Sırbistan ve Belgrad’ın hakimi olarak buralarda yaşamışız. Kültürümüzün izleri burada yaşamaya devam ediyor. Sırpçaya girmiş Türkçe kelimeler tabelalarda ve etiketlerde görülüyor. Üstelik çok uzak olmayan bir zamanda yakınlarımın burada yaşadığı acı tatlı hatıralar da var. Babam ve diğer birçok yakınım çeşitli nedenlerle Belgrad’a gelmişler. Gezmeyi çok seven rahmetli babam kış aylarında arkadaşı Necati Altınay ile Yugoslavya’nın önemli şehirlerini gezmişler. Gördüğü en temiz ve düzenli şehrin Hırvatistan’ın başkenti olan Zagrep olduğunu söylerdi.
Belgrad’la ilgili dinlediğim olay ve hatıraları hatırlayıp gördüğüm yerlerle ilişkilendirmeye çalışıyorum. Çoğunlukla hüzünleniyorum. Ama buraları gezme fırsatı bulduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Şu da bir gerçek ki, bir şansı yakalamak için gayret göstermek emek vermek gerekir. Ben bu gayreti her zaman fazlası ile gösteriyorum. Emeksiz hiçbir güzelliğe ve değere ulaşmak mümkün değildir.
Kalemegdan''dan Tuna ve Sava.
İkinci günün gecesi Üsküp’e dönmek üzere yola çıkıyorum. Rahmetli babam ve arkadaşlarının ikinci dünya savaşı devam ederken bin bir zorlukla günlerce yürüyerek aştıkları bu yolu rahat koltuğumda bir gecede aşacağım.
Haritaya göre Kragoyevas kavşağından geçip, Niş üzerinden gideceğiz. Bu güzergâh İkinci Dünya savaşı sırasında 1940’lı yıllarda rahmetli babam ve Kişinalı Yeni Hüseyin (Hüseyin Yeni) dayının evlerine ulaşmak için kat ettikleri güzergâhtı.
Babam 1942, Hüseyin Dayı da savaş biterken, 1944 yılında Kragoyevas şehrinden yola çıkıp, bu yolu birçok tehlike atlatarak, her an ölüm tehlikesi altında yaya olarak geçmişler. Bilhassa Kosova’da Arnavut
Belgrad Garı
Sırp çatışması yüzünden her Müslüman’ın milliyetine bakılmaksızın katledilmesi gereken bir düşman olarak görüldüğü bir ortamda can pazarı yaşamışlar. Çok iyi bildikleri Sırpça sayesinde canlarını kurtarmışlar. Hüseyin dayı kendine, anasına, babasına Hıristiyan isimleri vererek, yani Hıristiyan rolü oynayarak canını nasıl kurtardığını, yaşadığı sıkıntıları anlatmayı çok severdi. Otobüsümüz Sırbistan’da ilerlerken çocukluğumdan itibaren defalarca merak ve heyecanla dinlediğim olaylar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Karmaşık duygular içinde onları ve diğer arkadaşlarını rahmetle anıyorum.
Sabah Üsküp üzerinden Gostivar’a vardığımda yorgun ama huzurluydum.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder