15 Ağustos 2018 Çarşamba

GOSTİVARLI ABDÜLBARİ BEY


Abdulbari Bey
2012 yılının temmuz ayı, yine Makedonya yollarındayım. Her zaman yolculuk ettiğim otobüs firmasının yazıhanesi bu akşam çok kalabalık. Hep pencere kenarını tercih ettiğim halde bu defa koridor tarafında yer bulabiliyorum.
Bu otobüs yolculukları hep hoşuma gitmiştir. Değişik dilleri konuşan farklı milletlerden insanlarla yol boyunca beraber olmak bana her zaman farklı duygular yaşatıyor. Makedonya’nın farklı bölgelerinden, farklı vurgularla konuşan Türkler de benim için hep ilgi çekici olmuştur. Bu yolculuklarda tanışıp dost olduğum insanlar var.

Koridorun diğer tarafında, duruş ve davranışlarından karı koca olduklarını tahmin ettiğim, benim yaşlarımda bir çift oturuyor. Erkek kuru, zayıf, ufak tefek ama enerjik bir insana benziyor. Hanım ise, bizim şarpa dediğimiz başörtüsünü çenesinin altından bağlamış, temiz yüzlü hoş bir insan. Konuşmalarından Makedonya’nın neresinden olduklarını tahmin etmeye çalışıyorum. 
Otururken selamlaştıktan sonra İstanbul’dan çıkana kadar pek bir şey konuşmadık. İstanbul’dan çıkıp İpsala sınır kapısına doğru yol almaya başlayınca yavaş yavaş muhabbet başladı. Bu ortamda konuşmalar hep Makedonya ağzı ve normal Türkçe ile karışık yapılır. Bu bilinçli bir şey değil kendiliğinden, farkında olmadan yapılan bir şeydir. Adının Abdülbari (Abdülbahri) olduğun, ama Bari olarak bilindiğini söyleyen yan taraftaki yol arkadaşım konuşkan ve sıcakkanlı bir insan.

-Ayırli yolculuklar,  neree nasipse?
-Köprülü’ye gideyım. Benim adım da Hüseyin siz nasıl deysınız bilmeyım ama Köprülü ve çevresinde Üsiin deyler.
-Bizde de Üsiin denıy be. Biz da Gostivar’a gideyız. Gostivar’da yaşayız. Kızımız var Yalova’da evli. Onun misafiriydık şimd döneyız. Sen nerde yaşayısın. Niçin gideysın Köprülü’ye.
-Ben Bursa’da yaşayım. Köprülü’ye bağlı Çeltikçi şimdiki adı Orizari olan küüde duudum. Sen bilıymısın köprülü’yü, şimdiki adı Veles.
-Tee nije bilmem, Orizari küünü bile bilıyım. Ben Yugoslavya zamanında devlette kamyon şöferi idim. Fabrikalara malzeme taşırdım. Makedonya’nın her tarafına gittım. Orizari küünün alt tarafındaki Porsulana (porselen) fabrikasına da kaç kere gittım. Çok güzel yerler be.
-Evet, Porsulana fabrikasının alt tarafındaki derenin kenarlarında çeltik ekerdık. Göç ettığımız zaman ben sekiz yaşımı bitirmiştim. Göç ettiğimiz yıllarda bu fabrikanın inşaatı devam ediyordu. Fabrika dışına atılan ambalaj artığı kâğıt kırpıntıları ile oynadığımızı hatırlıyorum.
-Senın yolun yakın biz senden sonra daa çok var gidelim.
-Biliyorum, ben de defalarca gelerek Makedonya’nın her tarafını gezdim. Gostivar’dan da çok geçtım. Hayırli yolculuklar olsun inşallah.
Bari Bey birden kol saatini uzatarak,
-Benım saatım Makedonya saatini gösteriyor, seninki Türkiya saati mi? Diye sordu.
Saatine baktığımda ortasındaki uluyan Bozkurt resmini gördüm. Saati sormaktaki maksadının saat camına işlenmiş bu resmi göstermek olduğunu anladım.
-Bari Bey, benim saatim Türkiye saati ama ben senin mesajını aldım. Şimdi sen benim gözüme başka göründün, bizimkiler “güüsüm kabardı” derlerdi. Aynen öyle oldu. Bozkurtu bilen, Türklüğü bilen insandır bana göre.
-Sen de seveymisın Bozkurtu.
-Seninle aynı hamurdanız. Öyle zannediyorum ve umuyorum ki aynı ülküleri savunuyoruz. Türkçülüğün doğup yükseldiği yer Makedonya’dır. Ama maalesef günümüzde Makedonya’da yaşayan Türklerin çoğunluğu bilgi eksikliği ve bazı kötü niyetli dinî cemaatlerin etkisi ile Türklüklerinden uzaklaşıyorlar. Bu din tüccarları insanlarımıza Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı aşılıyorlar. Atatürk düşmanlığının altında aslında Türk milletine düşmanlık yatmaktadır. Sen bu konuda ne düşünüyorsun bilmiyorum.
-Te şimdi nasıl memnun oldum bilıymısın? Derdımız ayni. Yalova’da kavede bu konuda bazı kişilerle tartıştım. Duramayım doğru bildiğimi söyleyım. Beni şikayet etmişler bu yüzden apar topar memlekete döneyız. O söylediğin dincilerden Gostivar’da da çok var. Bir da Pansilvanya sevdalılari var. Bunların Amerika’nın kuklası olduğunu anlatamıyoruz. Göstermelik Türkçe olimpiyatları ve başka yardım faaliyetleri yaparak milletin gözünü boyuyorlar. Bütün cemaatlar Türk düşmanı aslında, milleti kandırıyorlar.

-Bari Bey, ekonominin bozuk oluşu, insanlarımızın muhtaç durumda olması da bunların işlerini kolaylaştırıyor zannedersem. Ufak bir ekonomik yardımla insanları kendilerine bağlıyor. Bir kere bağlandı mı ayrılamıyorlar bir daha.
-Çok doğru söyleysın. Ama kendini bilen bir insanın bunlara kanmaması lazım.
Sohbetimizin aldığı şekil bizi daha da yaklaştırdı. Bu çelimsiz, kuru adamı gönlüme sokasım geldi.
-Sen şimdi Köprülü’de ineceksin değil mi? Bak şimdi ne decem, sen istedığın yerleri gez, sonra buyur Gostivar’a gel misafirim ol. Telefon numaramı vereyım Gostivar’a indiğinde beni ara seni alayım. Hem sohbetimize devam ederiz hem de seni gezdiririm.
-Çok teşekkür ederim hemşehrim, ama rahatsızlık vermeyeyim.
-Niçın be rahatsızlık olsun, ben seni çok sevdım. Çok memnun oluruz.
-Buyurun bekleriz, hiç rahatsızlık olmaz. Diye söze karıştı Bari beyin hanımı Şekibe Hanım. Teşekkür ederek telefon numarasını aldım.
Sabaha karşı Köprülü İştip kavşağında inerken çok eski dostlarımdan ayrılır gibi kendileri ile vedalaştım. Israrla Gostivar’a beklediklerini tekrar ettiler.
Güzel duygularla, kendimi hoş ve mutlu hissederek Köprülü’ye doğru yürümeye koyuldum. Vardar nehrinin yeşerttiği ata memleketim Köprülü gözüme çok daha güzel göründü.
Köyüme, eşim Rağbet Hanımın köyü Karaslar’a, Ohçebol’da Dorfullu köyüne gidip birkaç gün gezindim. Buralarda gezmek bana çok iyi geliyor. Her şeyden önce havası iyi geliyor, kendimi zinde hissediyorum. Burada yaşayan Türklerle eskilerden ve günümüzden konuşmak onlarla vakit geçirmek çok hoşuma gidiyor. Makedonlarla da konuşuyorum. Böylece öğrenmeye çalıştığım Makedoncamı geliştirmiş oluyorum. Ayrıca onları tanımış oluyorum böylece. Bütün bunlar beni mutlu ediyor.
Buradan, önce Prizren’e bir dostumun düğününe giderek dört güzel gün geçirdim. Oradan da çoktan beri görmek istediğim Belgrad’a gittim. İki gün boyunca Prizrenli dostlarımdan aldığım bilgilerin ışığında Belgrad’ın her tarafını ayaklarım su toplayana kadar gezdim. İkinci gün gece yarısı Üsküp üzerinden Gostivar’a kadar giden bir otobüse binerek dönüş yolunu tuttum.
Gostivar’a vardığımızda çok erken olduğu için uygun saati bekleyip Bari Beyi aradım. Kısa süre sonra güleç yüzü ile Bari Bey göründü. Eski dostlar gibi sevgi ile kucaklaştık. Bari Beyin sıcak, samimi karşılaması bütün yorgunluğumu aldı.
Eve vardığımızda, Bari beyin eşi Şekibe Hanım da aynı sıcaklıkla özledikleri bir yakınlarını karşılar gibi da karşılayınca kendimi evimde hissettim. Bari Bey;
-Hüseyin Bey, yoldan geldin, önce bir yıkan paklan rahatla, sonra hem kahvaltı yapalım hem de sohbet edelim.
Abdülbari Beyin Evi
Bari Beyin evi, dört tarafı bahçe ile çevrili iki katlı müstakil bir yapı. Balkan insanının yeşile duyduğu sevgiyi burada açık olarak görebiliyoruz. Bahçenin her tarafı çeşitli çiçek, meyve ve sebzeyle donatılmış. Yer yer bazı alanlar da çimlendirilerek oturma yerleri oluşturulmuş. Dinlendirici bir huzur ortamı yaratmışlar.
Şekibe Hanımın hazırladığı kahvaltı sofrasına bahçede oturduğumuzda bulunduğum ortamı kendi kendime açıklamaya çalışıyorum. Daha on gün önce bir otobüs yolculuğunda tanışan bizler nasıl böyle bu kadar yakın olabiliyorduk. Ben ilk defa geldiğim bu evi hiç yadırgamıyorum, onlar da çok sevdikleri bir yakınlarını karşılamanın memnuniyetini yaşıyorlar. Türk milletinin genlerine işlemiş insan sevgisi ve misafire hürmet geleneğini burada bizzat yaşıyorum. Bizi birleştiren ortak değerlerin üzerinde durulması gerekir.
Öncelikle aynı dili konuşma çok önemli. Dil, lisan insanları birleştiren en önemli etkendir. Hani bir marşta “Türk olmayı en büyük şeref ve şan sayarız” diye bir cümle geçiyor. Bari Beyle ikimiz de Türk olmayı, Türk milletine mensup olmayı önemli buluyoruz. Aynı milletten olma ve bu milletin değerlerine, ülkülerine sahip çıkma bilinci bizi birleştiriyor. Kendi milletimizi sevmemiz, başka milletlere düşman olmamız anlamına gelmiyor. Batıda ve balkanlarda milliyetçilik “ırkçılık” olarak algılanıyor. Böyle olduğu için son Bosna savaşında katliamlar yaşandı. Türk milliyetçiliğinin temeli kültürdür. Bu yüzden Türk tarihinde böyle katliamlar görülmez.  Türklerin egemen olduğu yerlerde değişik milletler daima huzur içinde yaşama fırsatı bulmuştur. Türkler, Osmanlı döneminde Balkanlara gelip, burada yaşayan milletlere kendi dil ve inançlarında yaşama fırsatı sağlamıştır. Türkler Balkanlara gelmeseydi, Makedon, Arnavut ve başka bazı milletler varlıklarını sürdüremezdi diye düşünüyorum.
Abdülbari Bey ve eşi Şekibe Hanım
Şekibe Hanımın kahvaltı sofrasında, hani kuş sütü eksik denir ya aynen öyle. Tatlısından tuzlusuna çok zengin bir sofra hazırlamış. İnsanların gönlü zengin olunca sofraları da bereketli oluyor. Bu sofrada her şey güzeldi ama Şekibe Hanımın, bahçesindeki incirlerden yaptığı incir reçeli bir başka güzeldi.
Bir taraftan kahvaltı ederken bir taraftan da Bari Beyle sohbet ediyoruz. Konuştukça bilgisine ve kültürüne hayran kalıyorum. Makedonya Türklerinin her türlü derdinin, sıkıntısının farkında olduğunu görüyorum. Dinledikçe saygım ve sevgim artıyor.
Gostivar'da
-Gostivar’da Makedon ve Arnavutlar dışında önemli bir Türk nüfusunun yaşadığını anlatıyor. Türkler genelde herkesle iyi ilişkiler içinde bulunuyorlar. Ama Arnavutlarla evlilik ilişkileri olduğu için daha çok içli dışlı olmuşlar. Fakat son zamanlarda Arnavutlar içinde gelişen ırkçı bir akımın ilişkilere zarar verdiğini anlatıyor. Makedonya’daki yeni sistemde daha çok hak sahibi olmak isteyen Arnavutlar nüfuslarını artırmak için Türklerin kendilerini Arnavut olarak yazdırmalarını istiyorlar. Ayrıca çocuklarını Arnavut sınıflarına yazdırarak Arnavutça eğitim almaları konusunda baskı yapıyorlar. Türk çocuklarının Arnavutça eğitim görmeleri asimile edilmeleri anlamına gelir.
Arnavut ve Türklerin beraber yaşadıkları bazı köylerde bu yüzden çocuklarını Arnavutça okutup, Arnavutça konuşan Türklerin asimile olduğu görülüyor. Bazı köylerde Türklüğün tamamen bittiğini söyleyebiliriz. Bu durum bilhassa Arnavutların yoğun olarak yaşadığı Batı Makedonya’da Türklerin geleceği için tehlike teşkil ediyor. Bu durum, Türkler dışındaki başka bazı Müslüman topluluklar için de geçerlidir.
-Geçen senelerde Gostivar’a Türkiye’nin o zamanki Milli Eğitim Bakanı geldi. Bizimle görüşmeden doğrudan Arnavutlarla görüştü. Bize de görüşmek için geleceğini haber verdi. Türk Derneğinin salonunda toplandık. Yaramaz birkaç Arnavutla çıktı geldi. Yaramaz Arnavut kime deyız anlaysın, ırkçılık yapan Arnavutlar bunlar. Karşılamadan sonra bakan kürsüye çıktı ne dese beyenırsın;
-Hey Türkler ne istiyorsunuz bu Arnavutlardan, neden geçinmiyorsunuz, derdiniz nedir?
Ortalık buz kesti bunu söyleyen, bizim göz bebeğimiz olarak gördüğümüz Türkiye’nin bakanı, söylenecek söz mü bu. Büyük bir sessizlik oldu. Baktım kimseden ses çıkmaz, söz aldım;
-Sayın bakanım, bizim Arnavutlarla derdimiz mi varmış. Biz asırlarca bu topraklarda çoğunluk ve hükümran iken de yoktu şimdi azınlığa düştük gene yok. Size yanlış bilgi vermişler bizim Arnavutlarla bir derdimiz yok, onların bizimle derdi var.
-Yine bir sessizlik oldu, bakan bir iki kıpırdadı, bize müsaade diyerek geldiği kişilerle çekti gitti. Bizim işimiz çok zor be hemşehrim.
-Çok başını ağrıttım, şimdi bir araba bulayım gezelim biraz.
-Bari Bey, bunlar sizin olduğu kadar bizim de derdimiz. Buralar benim de Ata toprağım. Türkiye’de de aynı sıkıntılar yaşanıyor. Dinlemekten değil, sıkıntıların büyük oluşundan başım ağrır. Benzer şeyleri Kosova’da da dinledim. Orada da aynı sıkıntılar var.
Birkaç yıl önce Türkiye Cumhuriyetinin başbakanı Prizren’e gelmiş. Türkler, Türkiye Cumhuriyetinin başbakanını karşılamak için meydanı doldurmuşlar. Başbakan kürsüye çıkınca şöyle demiş;
-Hey Arnavutlar Türkiye’de de sizin gibi dört beş milyon Arnavut var.
Orada bulunan Türkleri yok sayarak hepsini Arnavut saymış. Hâlbuki meydanı dolduranların çoğunluğu Türk’müş. Büyük bir hayal kırıklığı yaşanmış.
Bari Bey, bulduğu araba ile beni Vardar nehrinin kaynağının olduğu Vırtok köyüne götürmek istiyor. Yanımıza yakın arkadaşı Abdülkadir Beyi de alarak yılların şoförü Bari Beyin kullandığı araba ile unutamayacağım bir gezinti yaptık. En önemlisi Vardar’ın kaynağını gördüm. Makedonya Vardar demektir. Varda Makedonya’ya hayat veren bir ulu nehirdir. Gostivar yakınlarındaki Vırtok köyünde yeryüzüne çıkan Vardar, dağlardan tepelerden inen küçük derelerle beslene beslene Üsküp’e vardığında büyük bir nehir olur. Üsküp’ten güneye yönelen Vardar Köprülü’ye kadar derin vadilerden akarak gider. Köprülü’den sonra oldukça düz ovalardan akarak Selanik’te Ege denizine dökülür. Vardar geçtiği yerlere bereket saçar.
Vardar'ın kaynağı
Gostivar’da geçirdiğim bu zaman dilimi benim için unutulmaz ve çok değerli bir tecrübe oldu. Burada gezdiğim gördüğüm yerler ve tanışıp kaynaştığım birçok Gostivarlı hemşehrim bende derin izler bıraktı. Hiç planlanmadan kendiliğinden oluşan bu ziyaret için Bari Bey ve Abdülkadir Beye şükran borçluyum.   
Abdulkadir Bey ve Abdulbari Bey
Abdülkadir Bey, Bari Beyle adeta ruh ikizi. Çok iyi anlaşıyorlar. Uzun yıllar beraber yaşamanın yarattığı harika bir dostlukları var. Abdülkadir Beyi de tanımaktan büyük bir mutluluk duydum. Bayramlarda veya akıllarına geldiği zaman beraberce bana hep telefon açtılar. Zaman zaman ben de aradım. Bari Bey telefonu pek kullanmadığı için genellikle Abdülkadir Beyin telefonu ile görüştük.
Birkaç ay önce yine Abdülkadir Bey aradı. Bari Beyin Hak’ka yürüdüğünü söyledi. Çok üzüldüm. Hepimiz öleceğiz ölüm kaçınılmaz ama bu güzel insanla bir kere daha yüz yüze görüşemediğim için üzüldüm. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Türk milletine sevdalı, gönlü zengin güzel bir dost kaybettik. Şekibe Hanıma ve kızına Allah uzun ve sağlıklı ömürler versin.
Vardar'ın kaynağında
Abdülkadir Beye ve Gostivarlı bütün hemşehrilerime de sağlıklı ömürler diliyorum.
Makedonya Türklüğünün, dilini ve kimliğini koruyarak sonsuza kadar varlığını sürdüreceğine bütün kalbimle inanıyorum.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder