3 Ocak 2024 Çarşamba

PARTİZANLAR VE BABAMIN SÜRGÜN HİKAYESİ

             Rahmetli babam Abbas Şirvan’ın aziz anısına.                  

   


 Olay Makedonya’nın Köprülü (Veles) kasabasına bağlı Çeltikçi (Orizari) Türk köyünde 1943 yılında geçmiştir. Olayın kahramanı rahmetli babam Abbas Şirvan’dır.

 

Karamusli tarafından mezarlığı geçip köy meydanını görünce donup kaldı, meydan Bulgar askeri kaynıyordu. Köylüyü meydana toplamış sağa sola koşuşturup duruyorlardı. Ne olabilir diye düşünüyor, aklına hiçbir şey gelmiyordu.

“İkinci Dünya savaşı bütün hızıyla devam ediyordu. Almanlar bütün Balkanları tabi Makedonya’yı da işgal etmişlerdi. Makedonya’da Almanlarla müttefik olan Bulgar idaresi vardı. Almanlar Makedonya’da yönetimi Bulgarlara bırakmışlardı. Bulgarlar Türklere baskı ve hakaret için hiçbir fırsatı kaçırmazlardı. Birden bir müddet önce bir gece köye gelen Partizanları hatırladı:

Soğuk bir kasım gecesiydi, kasım ayazı insanın iliklerine işliyordu. Gökyüzü pırıl pırıldı, yıldızlar tek tek sayılacak kadar net ve parlaktı. Akşam yemeğinden sonra Emine halasına gitmiş, Ali dayı tamburasını çalmış, muhabbet ederek güzel vakit geçirmişlerdi. Tam eve gelip yatmaya hazırlandıkları sırada evin kapısı hızlı hızlı çalındı. Gecenin ilerlemiş saatinde bütün ev halkı heyecanla kalkışarak merakla birbirlerine bakmağa başladılar. Zaman kötüydü, ikinci dünya savaşı bütün şiddeti ile devam ediyordu. Alman ve Bulgar idaresine karşı Tito’nun Partizanları ve onlara karşı olan Çetnikler dağlarda geziyorlardı. Annesi Hatice nene;

            “Kim o” diye seslendi.

            “Benim, Tayyip.”

            “Hangi Tayyip?”

“Sizin eski hizmetkârınız, terolan Tayyip. Abbas Aga evde mi?” Annesi;

            “Evde” deyiverdi. Herkes Hatice neneye ne yaptın der gibi baktı.

 Babam önceki yıllarda kendilerinde kısa bir süre çalışan Tayyip’i hatırladı, ama günün bu saatindeki bu gelişin pek hayırlı olmadığını düşündü.

Annesinin evde cevabından sonra artık kapıyı açmak gerekiyordu. Annesinin bütün karşı çıkmalarına rağmen kapının arkasındaki demir kolu kaldırarak avluya çıktı ve portayı açmaya yöneldi, arkasından annesi ayrılmıyordu. Portayı açtığında ilk olarak saçı sakalı birbirine karışmış Tayyip’i, sonra da onun arkasında duran, göğüslerinde çapraz fişeklikler, omuzlarında tüfekler bulunan iki kişiyi gördüler. Bu iki silahlı adam Tito'nun partizanlarından olmalıydı.

 Partizanlar Yugoslavya'daki Alman ve Bulgar işgaline karşı, Tito'nun liderliğinde çete savaşı veriyorlardı. Dağlarda geziyor, vur kaç taktiği ile işgalcilere zarar vermeğe çalışıyorlardı. Ayrıca bu mücadele sonunda Yugoslavya'ya hâkim olmayı istiyorlardı. Bunun için her türlü propaganda yolunu deneyip kendilerine her kesimden taraftar bulmaya çalışıyorlardı.

            Bütün bunlar yüzünden partizanlarla karşılaşmak pek hayra alamet değildi, ama yapılacak bir şey yoktu. Daleler'in samanlığında toplantıya çağırıyorlar, kendisinden başka birçok kişinin orada olacağını, sadece konuşacaklarını, kimseye zarar vermeyeceklerini ikna edici yumuşak bir üslupla söylüyorlardı.

Annesi evden çıkıp gitmesini kesinlikle istemiyordu. Oğluna söz geçiremeyeceğini anlayınca gelen partizanlara:

“Benim tek oğlum var, götürmeyin” diyerek adeta yalvardı. Partizanlardan biri:

“Korkma teyze, ben de anamın bir oğluyum, oğlunu bir yere götürmeyeceğiz” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı. Babam gelen grupla evden ayrıldı. 

           

Çeltikçili Gençler ayakta tam ortada babam.
1943

Samanlığa geldiklerinde kendinden başka Rippay Sülo (Süleyman Çetin) enişte, onun ablasının oğlu ve köyün tahsilli Hıristiyanlarından Stefan Peşo’nun bulunduğunu gördü. Daha başka kişilerin de geleceğini söylüyorlardı. Merakla ne olacağını bekliyor, en çok kendilerini zorla alıp partizan kamplarına götürmelerinden korkuyorlardı. Karşı koyacak durumları yoktu. Bir müddet bekledikten sonra başka kimsenin gelmeyeceği anlaşılmış olmalı ki silahlı partizan grup topluca içeri girip, bir tören havasında sol ellerini yumruk yapıp yukarı kaldırdılar ve "faşizme ölüm, halklara özgürlük" diye bağırdılar.

Böyle bir sloganı ilk defa duyuyorlardı ama Almanlara faşist dendiğini bildiği için, faşizm kelimesinin onlar için söylendiğini anladı.

(Babam bu olayı her anlattığında bu sloganın Makedoncasını da söylerdi. “Smrt na faşizmot, sloboda na narodot.” Türkiye’de de bir zamanlar çok kullanılan “kahrolsun faşizm, yaşasın halklar” sloganı gibi.)   

             Sonra başladılar anlatmaya:

 “Savaşın sonunun geldiğini, Almanların artık birçok cephede gerilemeğe başladıklarını, bu yüzden yakında çekip gideceklerini, onlar gidince Bulgarların da burada tutunamayacaklarını ve işte ondan sonra buralarda bambaşka bir idare kuracaklarını söylüyorlardı. Bu yeni rejimin adı sosyalizmdi. Bu yeni dönemde, Türk, Sırp, Makedon, Arnavut, şu bu ayırımı olmayacak, her halk dininde, dilinde serbest olacak, kendi istediği gibi yaşayacaktı. Zengin fakir ayırımı da kalkacak herkes eşit olacaktı. Devlet dairelerinde de hiçbir ayırım yapılmayacaktı. Ama bütün bunlar için yardıma ihtiyaçları vardı. Bize gençlerinizi verin, gıda ve giyecek yardımı yapın diyorlardı. Ve uzun uzun sosyalizmin insanlara getireceği güzel ve faydalı şeyleri anlatıyor, anlatıyorlardı.”

            Uzun bir sessizlikten sonra, babam söz alıp şöyle der:

 “Eğer biz size herhangi bir şekilde yardımcı olursak, bizlere eziyet etmek için bahane arayan Bulgarlara koz vermiş oluruz. Bulgarların Türklere nasıl düşman olduklarını herkes biliyor. Biz erkekler sizinle dağa çıksak, geride kalan ailelerimize yapmadıklarını bırakmazlar. Bu yüzden sizi gönülden desteklesek bile bunu açıkça gösteremeyiz.” 

            Gece boyunca propagandalarını devam ettiren partizanlar, sabaha karşı ortalık aydınlanmadan, yine geleceklerini söyleyerek köyü terk ettiler.”

***

             

1955

Bütün bunları aklından geçirdikten sonra köydeki askerlerin geliş sebebini bulmuş olduğunu düşündü. Hapse girmek istemiyordu, hapse girme düşüncesi ona sıkıntı veriyordu, bu yüzden köye girip girmemekte karasız kaldı. Aklından dağları tutup Yunanistan üzerinden Türkiye'ye gitmeyi geçirdi. Ama hiçbir hazırlığı yoktu, üstelik dönmezse geride kalan ailesi ne olacaktı. Genç eşi, iki küçük çocuğu, kız kardeşi ve annesi vardı. Bulgarlar kötülük eder imiydi acaba? Bu son ihtimal kaderine razı olmasına yetti. Köy meydanına uğramadan arka sokaklardan dolaşarak eve vardığında, askerlerle karşılaştı. Ev halkı perişan durumdaydı, ağlaşıp duruyorlardı. Askerlerin nezaretinde köy meydanına getirildiğinde, o gece samanlıkta olanların eksiksiz toplandığını gördü.

            Ardı ardına birbirlerine bağlanarak Köprülü'ye doğru yola çıkarıldılar. Ne için götürüldükleri konusunda hiçbir şey söylenmese de Partizanların köye gelişiyle ilgili olduğunu artık biliyorlardı. Önünde o geceki toplantıya katılan Stefan Peşo vardı. Stefan köyün sekiz on Hristiyan ailesinden birine mensup, tahsili olan, aklı başında bir insandı. Yavaşça:

 “Komşu, bunlar her şeyi biliyor, nasıl ifade vereceğiz, birlikte hareket edersek iyi olur” dedi. Stefan:

 “Evet her şeyi bildikleri belli, o gece toplantıya katılanları eksiksiz topladılar. İnkâr etmek boşu boşuna işkence görmek demektir. Geldiler, yardım istediler, biz yardım edemeyeceğimizi söyledik, ama kötülük yapmalarından korktuğumuz için ihbar edemedik deriz” dedi.

 Nezarethanede hepsi aynı şekilde ifade verme konusunda anlaştılar.  Mahkemede Tayyip’le karşılaşınca yakalanmalarının sebebini çok daha iyi anladılar. Tayyip yakalanınca Partizanlarla gittiği her yeri, tabii bu arada Çeltikçi’yi de söylemiş. Nereye, nasıl gittiklerini, kimlerle görüştüklerini ve neler konuştuklarını anlatmış.

            Kısa bir mahkemeden sonra altışar ay sürgün cezasına çarptırıldılar. Her biri Bulgaristan'ın değişik bir bölgesinde ikamete ve oradaki askeri amirin hizmetine mecbur edildiler.         Bulgaristan'a doğru yola çıkarken iyi bir tarih bilgisine sahip olan babam, bir Türk olarak, bir zamanlar buralarda egemen iken, şimdi Türk düşmanı Bulgarlara hizmetçi olmanın derin üzüntüsünü yaşıyordu.

            Bu sürgün günlerinde ona en zor gelen şey, Türklere ve Türklüğe yapılan haksız ve kasıtlı hakaretlerdi. Bulgarlar yerli yersiz, Türkleri aşağılamak için fırsat kolluyordu. Bulunduğu kasabada eskiden Türkler yoğun olarak yaşıyorlarmış. Burası Sofya yakınlarında ufak bir kasabaydı. Balkan savaşında burada yaşayan Türklerden, kaçan kaçmış, kaçamayanlar katledilmişti. Arkadaş olduğu bir Türk dostu Bulgar bunları üzülerek kendisine nakletmişti. Bulunduğu durum sebebiyle konuşamaman, cevap verememenin ağırlığı onu kahrediyordu.

***

Muharrem Derbent 

Babam Bulgaristan’da sürgündeyken yanına amcalarından kimse gelmedi. Yalnız ablasının kocası Patlıcan Marem (Muharrem Derbent) eniştesi gelerek kendisi için gerekli bazı eşya ve malzemeler getirdi.

Muharrem enişteden, İştip üzerinden Koçana’ya ve eski adı Sarova olan Delçova’ya oradan da Sofya’ya zorlu bir yolculuktan sonra nasıl ulaştığını defalarca dinledim.

O günün savaş ortamı ve şartlarında böyle zorlu bir yolculuğu göze almak gerçekten yürek isterdi. Muharrem eniştenin bu kahramanca davranışı tarafımızdan hep övgü görmüştür.

2005 yılında özel arabayla Makedonya’ya gittiğimizde aynı yolu tersinden kat ettik. Sofya üzerinden Delçova, Koçana, İştip hattını takip ederek Köprülü’ye vardık. Yol boyunca bu yollardan sürgüne giden babamı ve zor şartlarda bu yolları aşmayı göze alan Muharrem eniştemi düşündüm. Onlarla empati kurdum. Duygusal anlar yaşadım. İkisine de Tanrı rahmet eylesin.

Bu yolları babamın sağlığında onunla kat etseydik, kasabamızı, köyümüzü, memleketimizi beraber gezseydik ne kadar güzel olurdu. Ama o, bu topraklarda yaşadığı zorluklar yüzünden hiç dönmek istemedi. 

***       

1944 yılının sonlarına doğru Almanlar Yugoslavya'yı terk edince Tito, Partizanları ile iktidara geldi.

            Tito, altı federe devletten oluşan Yugoslavya Federe Cumhuriyetini kurdu. Komünist bir yönetim kurmasına rağmen, her türlü baskıya göğüs gererek Varşova paktına katılmadı. Batı ülkelerinin de desteğini alarak Stalin’in Yugoslavya’yı Sovyetler Birliğinin uydusu haline getirme planını boşa çıkardı. Daha sonra takip ettiği politikalarla bağlantısızlar hareketinin lideri oldu.

            İktidara gelmeden önce verilen sözlerin tamamının yerine geldiğini söylemek zor.

Tito akıllı bir liderdi yerine göre gerekli dönüş ve düzenlemeleri yapmayı bildi. Bu yüzden zamanla Yugoslavya’da diğer Komünist ülkelere göre daha yumuşak bir yönetim biçimi ortaya çıktı.     

 Yeni yönetimin herkesi mutlu ettiğini, yönetimindeki milletleri kaynaştırdığını söylemek de zor. Tito’dan sonra kaynaştığı zannedilen milletlerin, nasıl birbirlerini vahşice boğazladıklarını bütün dünya gördü. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder