ВЕЛЕШКАТА УЛИЦА НА АДВОКАТИ И ДОМАЗЕТИ.
VELEŞKATA ULİSA NA ADVOKATİ İ DOMAZETİ
VELES (KÖPRÜLÜ) AVUKATLAR VE İÇ GÜVEYİLERİ
SOKAĞI.
"Başpiskopos Mihail" Caddesi, eski "Vladimir Nazor", bir zamanlar avukatların, sanatçıların, doktorların, marangozların, şekercilerin, kasapların yaşadığı bir caddedir.
Önceleri bu sokakta bir Türk
nüfusu yaşıyordu. Evler tahliye edildikten sonra, o zamana kadar şehrin yüksek
kesimlerinde evleri olan Velesli yaşlılar tarafından satın alındı.
"Saarmale" (Sır mahalle) meydanından başlayıp "Dolni
Dukani"ye (Aşağı dükkânlar) kadar uzanan bu caddenin bu özelliğine ek
olarak, yirmi açık hukuk bürosunun yanı sıra, içinde Veles'te başka hiçbir
sokakta olmadığı gibi iç güveylerin (domazeti) yaşıyor olmasıdır. Her üç evde
bir ailelerin erkek çocukları olmadığı için, erkekler gelinin ebeveynleriyle
yaşamaya geldi.
Türkler zamanında sokak dardı,
avlular öndeydi ve her evin geniş bir çardağı vardı. Kentleşmeyle birlikte
cadde genişledi ve evler avlusuz kaldı.
YULİYANA MİOVSKİ
***
ESKİ KÖPRÜLÜ EVLERİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ.
Velesli değerli araştırmacı Yuliyana Miovski bu yazısında Köprülü’nün bir caddesini anlatıyor. Yazının bütününde bu cadde ve caddede yaşayan Makedonlar anlatılıyor. Yazının biz Türklerle ilgili bir bölümü ilgimi çekti.
Burası şehrin batı yakasında
eskiden Türklerin yoğun olarak yaşadığı bir mahalle olan Sırmahalledir
(Saarmale). Saat Kulesinin arka tarafında kalmaktadır. Bu cadde Sırmahallede
başlayıp Aşağı Dükkânlar (Dolno Dükani) mahallesine kadar devam ediyor.
Göçle birlikte her yerde olduğu
gibi mahallenin de el değiştirdiğini anlıyoruz. Sokak, Türk ve Müslüman Sokağı
iken bir anda tamamen Hıristiyan Sokağı oluyor. Kasabanın birçok mahallesi bir
anda bu değişimi yaşıyor. Göç edenler nesiller boyu yaşadıkları evleri ve şehri
terk etmenin derin üzüntüsünü ve çaresizliği yaşıyorlar. Bir de göç etmeyerek
şehirde kalan Türklerin yaşadığı sarsıntıyı düşünün. Çoğunlukken azınlık
olmanın ağırlığını yaşamak çok kötü bir duygudur herhalde. Çok hazin bir tablo…
Köylerde de benzer üzüntüler ve
duygular yaşanıyor.
Türkler zamanında sokağın dar
olduğu, evlerin önünde avluların bulunduğu, her evin geniş bir çardağı olduğu
anlatılıyor. Birden gözümde eski bir Bursa Sokağı canlandı. Bu tam bir Türk
yerleşim yeri görüntüsüdür.
Türkler asırlarca yaşadıkları yerlere kendi yaşama ve mimari anlayışlarına uygun yapılardan oluşan mahalleler inşa ettiler. Hem üretim hem satış yapılan çarşılar kurdular. Camiler, tekkeler, hanlar, hamamlar, çeşmeler yaptılar. Halkın ihtiyaçlarına cevap veren, rahatça yaşayacağı şehirler kurdular ya da olanı geliştirdiler. Köprülü’de de böyle olduğu anlaşılıyor. Burada eski Türk evlerine ve yapılarına bugün de rastlıyoruz. Camilerden bir tek Kara Cami kalmış, diğerleri değişik zamanlarda yıkılarak yerlerine başka yapılar yapılmış. Köyden kasabaya gelenlerin hayvanlarını bağladığı hanların yerinde şimdi apartmanlar yükseliyor. Avlularında ve yakınlarında bulunan asırlık çınarlar günümüze kadar gelmiş, rüzgâr estikçe bizim eski günlerimizin hikâyesini fısıldıyorlar adeta. Köprülü’deki en önemli Türk yapısı olan Saat Kulesi ise Makedonlar için de en önemli bir yapı olma özelliğini koruyor.
Biz Türkler bütün Osmanlı coğrafyasında olduğu gibi, Köprülü’de de Müslüman, Hıristiyan farklı milletlerle yüz yıllar boyu huzur içinde yaşadık. Çarşısı ve mahalleleri ile tam bir Türk şehri yarattık. Bizimle birlikte yaşayan başta Makedonlar olmak üzere bütün milletler bu yaşama biçimine ayak uydurdular. Bu yaşama biçiminin etkileri bugün de Makedonların hayatında görülmektedir. Kimsenin inancına, diline, kültürüne müdahale etmeyen Türk hoşgörüsü ile herkesin mutlu olduğu zamanlar oldu. Her millet kendi dilini konuştu, kendi inancını yaşadı. Din ve milliyet farkı gözetmeden sağlam dostluklar kuruldu. Türkçe diğer milletler tarafından zorlama olmadan kendiliğinden benimsenen, konuşulan bir dil oldu. Bütün Balkan milletlerinin dillerine girdiği gibi Makedoncaya da binlerce Türkçe kelime girdi ve yaygın olarak bugün de kullanılıyor. Bugün Köprülü’de ve Makedonya’nın birçok yerinde Türkler dışında, Türkçe konuşabilen çok insan var.
Yüz yıllarca
süren bu barış ortamı, başta Rusya, İngiltere ve Fransa olmak üzere Batının
emperyalist devletlerinin Balkanlara saçtıkları nifak tohumları yüzünden 19.
Yüz yılın ikinci yarısından itibaren bozuldu. Ondan sonra Balkanlarda huzur ve
barış hiç kalıcı olmadı. Saçılan nifak tohumlarının etkileri bugün de devam
ediyor.
Osmanlının
geri kalarak gücünü kaybetmesi, Batılı ülkelerin Balkanlarda etkili olmalarını
sağladı. Osmanlı dünyadaki gelişmelere ayak uyduramadı. Sanayi devrimini
kaçırdı. Matbaayı çok geç kabul etti. Türk kimliğinden uzaklaştı, kendi
insanını ihmal etti. Türkler, başta eğitim ve sağlık hizmetleri olmak üzere
birçok hizmetten mahrum bırakıldı. Her yerde, her bakımdan diğer milletlere
göre geri kalan Türkler, ancak cepheye asker gerekince hatırlandı. Uygulanan yanlış
politikalar sonucu buraları ve daha nereleri kaybettik. Anavatana göçmek
zorunda kaldık. Evler, sokaklar, şehirler ve köyler el değiştirdi. Oysa buralar
da Anadolu gibi Anavatan yaptığımız yerlerdi. Biz sıradan bir toprak parçası
kaybetmedik, bir Anavatan kaybettik.
Şimdi “Osmanlı muhteşemdi” diyenler var. Hangi Osmanlı muhteşemdi. Kuruluş ve yükselme dönemindeki Osmanlı için doğru olabilir ama son yüz yıllar için doğru mu acaba. Son yüz yıllarda zavallı, “hasta adam” Osmanlı vardı. Mevcut yapısı ile yıkılmaya yok olmaya mahkûm bir Osmanlı… Sonunda yıkıldı da.
Mustafa Kemal
Atatürk ve arkadaşları Türk Kurtuluş Savaşını başlatıp, zafere ulaşmasaydı
Anadolu’yu da kaybetmiş olacaktık. Göç edecek bir vatanımız da olmayacaktı.
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, milletimiz için olduğu kadar dünyadaki diğer
mazlum milletler için de bir ümit ışığı oldu. Cumhuriyetle Türk Rönesans’ı
yaşandı.
“Tarih tekerrürden ibarettir derler, ibret
alınsaydı hiç tekerrür mü ederdi.”
Bugün, yaşanan
tarihi olaylardan ders alınmadığını görmek çok üzücü… Bir Osmanlı hayranlığı sürüp gidiyor. Ölen
Osmanlıyı diriltme gibi bir ham hayal peşinde koşanlar var. Aslında bu Osmanlı
hayranlığının altında Türk milletine ve Türkiye Cumhuriyetine düşmanlık
yatmaktadır. Türk milletinin dışlandığı kozmopolit bir yapıya özlem
duyuluyor.
Günümüzde de,
uygulanan yanlış politikalar yüzünden Osmanlının son günleri gibi zor günler
yaşıyoruz. Tarihten ders alarak doğru politikalar üretmek zorundayız.
Cumhuriyetin kuruluş ayarlarına dönmemiz gerekir. Köprülü’de, Makedonya’da ve
daha birçok yerde yaşadığımız felaketleri bir daha yaşamak istemiyoruz. Balkanları kaybedince sığınacak bir
Anavatanımız vardı. Artık sığınacak başka bir vatanımız da yok. Bu yüzden Cumhuriyete
sıkı sıkıya sarılmamız gerekir.
Hüseyin ŞİRVAN
12 Mayıs 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder