Arif Amca ve yeğenim Necmettin Dervent ile Ohri'de. Yıl 2004. |
2004 yılında memlekete ilk gittiğimizde Ohri’ye de giderek iki gece kaldık. Güzel bir tesadüf Arif İsmail Amcayı karşımıza çıkardı.
Arif Amcayı sabah namazı için
gittiğimiz Tekke Camii’nde tanıdık. Namazdan sonra cemaat kahve ocağının
merdivenlerine yöneldiğinde, biz çıkıp çıkmamakta kararsız kaldık, bir davet
bekledik. Bir gün önce Şeyhin oğlu Erol Bey bize tekkeyi gezdirdiği için
çıkılan yerin yazlık kahve ocağı olduğunu biliyorduk. Beklediğimiz davet ufak
tefek, yaşlıca, sevimli birinden geldi.
“Ade, ne duruysunuz buyurun, buyurun” deyip iki eliyle işaret ederek adeta bizi merdivenlere doğru itti. Kahve ocağındaki sabah sohbetine iki yabancı olarak katıldık. Bizi pek yadırgamadılar, tanımaya çalıştılar. Buralardan göçtüğümüzü öğrenince, bizde, kendilerinden bir parça buldukları için olsa gerek, daha rahat konuşmaya başladıklarını hissettim.
Elli yıl öncesinden, bazı olaylardan
ve ortak tanıdıklarımızdan konuştuk. Kısa sohbetten sonra Şeyh Efendi dâhil
herkes nafakalarını çıkarmak için işlerinin başına gitmek üzere ayrıldılar.
Kahve ocağında kahveleri yapmakla
görevli olan Kahveci İbrahim Dede emekli olduğu için kaldı. Bize taze kahve
yapan İbrahim Dede ve Arif Amcayla bir müddet daha oturup memleketten,
göçmenlikten, Türkiye’den konuştuktan sonra.tekkeden ayrıldık.
Kahve ocağında tanıştığımız Arif Amca
bizi bırakmadı.
“Buyurun
size bir sabah çayı ikram edeyim” diyerek, gazete, sigara, kırtasiye ve daha
birçok şey sattığı dükkanının karşısındaki kahveye götürdü. Çok güzel bir Ohri
sabahında, dünya tatlısı Arif Amcayla çaylarımızı yudumlarken birbirimizi
tanımaya çalıştık.
“Adınız
nedir sizin?”
“Benim
adım Hüseyin, bu yeğenimin adı da Necmettin.”
“Senin Üsin onu anladım, ama bu Necmettin nije isim öyle, olmasın Nejbidin”
Necmettin
gülerek:
“Arif Amca annem beni aynı senin dediğin gibi, Nejbidin diye çağırıyor.” dedi.
Bazen insanın, ilk gördüğü birine,
birdenbire, nasıl kanı kaynarsa bizim de Arif Amca’ya kanımız öyle kaynadı.
Zaten “Nejbidin’le” başlayan kültür ortaklığımız, başka ortak kelime ve
davranışlarla pekiştikçe pekişti.
Bunların en önemlisi “lepe” kelimesi
oldu. Bizimkiler çok sık olarak “os.ğuna lepe” deyimini kullanırlar. Bu deyim
bizim yörelerin göçmenlerine has bir deyimdir. Bunu başkaları pek bilmez. Rahmetli
babam bu lepe kelimesini, bir çocuğun annesi, babası tarafından şımartılıp her
dediğinin yapılmasını eleştirmek için kullanılırdı.
Bu “lepe” kelimesinin hep Makedonca
“leb” yani ekmekten geldiğini zannederdim. Oysa Makedoncada lepe diye bir
kelime yok. Arif Amcanın bir kulağı ağır işittiği için o taraftan
konuştuğumuzda, ne dediğimizi anlamıyordu. Sık sık elini kulağına koyarak
“lepe!” diyerek, söylediklerimizi tekrar ettirdiğini fark ettim.
Anlamını sorduğumda; “buyur, emret, söyle”
olduğunu söyleyince, o deyim birden aydınlandı. Çocuğunun her dediğine, buyur,
emret diyen anneler, babalar gözümde beliriverdi. Bu çok özel deyim gibi daha
birçok ortak davranış, kısa sürede çok eskilerden tanışıyormuşuz gibi bizi
birbirimize yaklaştırdı.
Aslında çok eski ve sağlam köklerimiz
olduğu ortada idi. Asırlar önce aynı topraklardan kopup buraları “Anavatan”
yapan, aynı kültürü ve inancı paylaşan insanların torunları idik. Sadece elli
yıldır ayrıyız. O da görünüşte; aslında hiç ayrılmadık. Çünkü burada kalanlar
bizi, biz göçenler de onları hiç unutmadık.
Arif Amca, kendi tabiri ile bir
“Alpien” yani dağcı, ama dağcı arkadaşları öldüğü için, dağlara gidemiyor ve
buna çok üzülüyor.
“Biz
asırlar önce Persiya’dan (İran), Horosan’dan Hayati Baba ile gelmişiz. Bu Ohri
bir zamanlar hep Türk idi. Gölden kaleye kadar bütün bu mahalleler Türk
mahallesi idi. Herkes birden göç edince çok fena olduk. Türk komşularımız
yerine yabancı komşular geldi. Çokluk iken azlık olduk. Şimdiki gençler bunu
pek anlamıyorlar, çünkü çokluk olduğumuz zamanları yaşamadılar. Alışmak çok zor
oldu. Ama hayat devam ediyor, buraları ata toprağı bildiğimiz için her türlü
zorluğa katlanarak buralarda tutunmaya çalıştık. Artık eskiye göre daha iyiyiz,
daha da iyi olacak.”
Türkiye
ile bağlarının hiç kopmadığını ve kopmayacağını da ilave ediyor Arif Amca…
Arif Amca, yakın zamanda genç oğlunu
Vardar’a kurban vermiş. Üç arkadaş arabaları ile Vardar’a uçmuşlar, biri sağ,
biri ölü olarak çıkarılmış. Oğlunun ise cesedi bile bulunamamış. Şimdi gelini
ve lise çağındaki iki torunu ile hayat mücadelesine devam ediyor.
Öğleden sonra dükkâna gelini baktığı
için, Ohri kalesine çıkarma konusunda ısrar etmesi, bizi çok memnun etti.
Kalenin etrafındaki eski Türk mahallelerinden geçerek, kale içine çıktık.
Her tarafta eski Türk evleri
görülüyor, adeta Safranbolu’da geziyorduk. Kale meydanındaki Ohri Fatihi Sinan
Paşa Türbesi’ni ziyaret ettik. Meydandaki tarihi Ortodoks kilisesinin adeta
yeniden yapıldığını gördük. Kale yakın zamanda restore edildiği için çok
bakımlı durumda. Burçlardan, gördüğümüz muhteşem Ohri ve göl manzarasını bilmem
nasıl anlatayım...
Arif Amca ile geçirdiğimiz bu güzel
zamanı, bize gösterdiği yakınlığı, yaptığımız sohbeti ömrümüz oldukça
hatırlayacağız. Dükkânındaki kontörlü telefonu kullandığımızda, “siz
misafirsiniz, sizden nasıl para alayım” diyerek para almak istememesi… Israr
edince de “ade o zaman size birer çay daha söyleyeyim” demesi… Bize verdiği
emek, sergilediği gönül zenginliği, her türlü takdirin üstündedir.
Arif amcanın bir özelliği de bir
zamanlar bisiklet tamircisi olmasıdır. Onun “Velespitçi Arif Usta" diye tanındığını
daha sonra öğrendik.
***
Bir yıl sonra (2005), yine bir
Makedonya turu yapıp Ohri’ye ulaştığımda heyecan ve hasretle karışık duygularla
doğru Arif Amcanın dükkânına koştum. Dükkânın kapalı olduğunu görünce daha
gelmemiş veya bir yere kadar gitmiştir diye düşünüp karşıdaki kahveye oturdum.
Uzunca bir zaman bekledikten sonra,
meraklanmaya başladım. Yanımıza gelen kahveciye Arif Amcayı sordum:
“Arif
Amca gitti” dedi.
“Nereye
gitti, Üsküp’e mi?” diye sorunca, kahveci “şey, yani öldü, dünya değiştirdi”
dedi. Ölen kişi için gitti diyorlar demek... “Gidip de gelmemek, gelip de
görmemek” ne imiş bir kere daha anladım. Dükkânı gelini işletiyormuş. Dükkânı
açtığında gelini ile görüşüp yeğenim Necmettin’in Arif amcasına gönderdiği hediyeyi
ona teslim edip taziyelerimi sundum.
***
Arif Amcanın kızları, yeğeni ve eşim Rağbet Hanım Ohri'de. Yıl 2010 |
2010 yılında eşimle gene Ohri’deyiz. 2009 yılında yayınladığım “Çıkayım Gideyim Urumeli’ne” kitabımda Arif amcaya fotoğrafımızı da koyarak kısa bir yazı ile yer verdim. Bu yüzden kitabımı Arif amcanın çocuklarına ulaştırmak istiyorum ama bir türlü kendilerine ulaşamıyorum. Dükkanı kapattığı için gelinini bulamamıştım.
Eşim Rağbet Hanımla göle inen turistik
caddede hem geziyor hem de hediyelik eşyalara bakıyoruz. Dükkânlardan birinin
önündeki tahta çanaklara bakarken, Türk olan tezgâhtar hanım bizim de Türk olduğumuzu
ve Türkiye’den geldiğimizi anlayınca ayrı bir ilgi gösterdi. Sıcaktan bunaldığımızı
da görünce:
“İçeri
buyurun biraz dinlenin hem de size içecek bir şeyler ikram edeyim” dedi.
İçeride adı Hüreyde olan genç hanımla derin bir memleket, göç ve Türkiye
muhabbetine girdik. Birden Arif amca aklıma geldi. Kitaptaki Arif amca
fotoğrafını göstererek sordum:
“Kızım
be, Ohri’de ne kadar Türk var siz birbirinizi tanırsınız. Ben bu fotoğraftaki
kişinin yakınlarını arıyorum, bakar mısın?” dedim.
Fotoğrafı gören genç hanımın
yanaklarından birden boncuk boncuk yaşlar yuvarlanmaya başladı. Şaşkın bir
şekilde ne olduğunu anlamaya çalışırken:
“O benim babam” dedi.
Arif Amcanın kızları, yeğeni ve eşim Rağbet Hanım Ohri'de. Yıl 2010 |
Eşimle donduk kaldık, altmış küsur bin
nüfuslu bir şehirde Arif amcanın kızını bulmuştuk. Bu ne güzel bir tesadüftü.
Arif amcayla da böyle tanışmıştık.
Hüreyde Hanım, rahmetli Arif Amcanın
iki kızından biri. Kitapta babasının fotoğrafını görüp yazımı da okuyunca heyecanla
ellerimize sarıldı, bizi bir başka sahiplendi. Birbirimizi ezelden tanıyan, aralarında,
derinlerden gelen bir gönül bağı olan insanlar gibi görmeye başladık. Arif
Amcanın ruhaniyeti bizi kaynaştırdı. Orada başlayan dostluğumuz elan sürüp
gidiyor.
2004 yılından itibaren defalarca
gittiğim memlekette karşıma hep güzel insanlar çıktı. Onlarla çok iyi
dostluklar kurdum. Buralarda hiç akrabam yokken her yerde akraba gibi dostlar
edindim. Şimdi Makedonya’nın her tarafında köylerde, kasabalarda, ayrıca Kosova
Prizren’de birçok dostum var. Ben onların evine rahatça gidiyorum onlar da bize
geliyorlar, biz de onları ağırlıyoruz. Bu konuda kendimi çok şanslı buluyorum.
Sanki bu güzel insanlar özellikle karşıma çıkıyor. Ohri’deki bu karşılaşma da
bunlardan biri oldu.
Arif Amcanın kızları, yeğeni ve eşim Rağbet Hanım Ohri'de. Yıl 2010 |
Arif İsmail Amcaya ve bütün ölmüşlerimize Tanrı rahmet eylesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder