24 Haziran 2021 Perşembe

İLKOKULDA İLK ÖNLÜĞÜM

 


1955 yılının Eylül ayında, o zamanki Yugoslavya’dan serbest göçmen olarak İzmir’e göçtük. Göçmen olmak her türlü zorluğu beraberinde getiriyor. Makedonya’nın bir Köyü’nden, yepyeni bir ülkenin büyük bir şehrine gelmek insan hayatında büyük bir değişimdir.

Başta, biz çocuklar bu değişimin getirdiği zorlukların pek farkında değildik. Zorlukları yaşayan büyüklerimizdi. Biz günler geçip birçok şeyden mahrum kaldıkça, bunların farkına varacaktık.

 Çocuk yaşımızda İzmir gibi bir şehre gelmek bizim için çok farklı ve eğlenceliydi. Caddelerden geçen arabaların, otobüslerin, kamyonların gidiş gelişlerine bakmak çok eğlenceliydi. Deniz kenarına gidip yüzenleri, kayıkları ve gemileri seyretmek ise bambaşka bir olaydı. Benim en büyük zevkim on kuruş bulduğumda manavdan tek tek alarak yediğim muz denilen meyveydi.

Evimiz, Şehitler mahallesinde, Sümerbank Dokuma fabrikasının karşısındaydı.

Ben köyüm Çeltikçi’de ilkokula başladım ve birinci sınıfı okuyarak Türkiye’ye geldim. Okuma yazma bildiğim halde beni sil baştan birinci sınıfa aldılar. Kayıt olduğum Alsancak İlkokulu, Alsancak Stadyumuna bitişik bir yapıydı. Stat genişletildiği zaman, bu kendine göre mimarisi olan, tarihi bina yıkılarak yerine kapalı tribünler inşa edildi.

Bahçesindeki palmiye ağaçları ile karakteristik bir Ege yapısı olan bu güzel bina köyümüzdeki okulumuza göre çok muhteşem bir yapıydı. İki katlı olmasına rağmen oldukça yüksek bir bina idi. Geniş merdivenlerden çıktıktan sonra genişçe bir koridor ve bu koridora açılan yüksek tavanlı sınıflar bulunuyordu. Sınıf tabanları tahtadandı ve devamlı mazot sürüldüğü için simsiyah görünüyordu.

Bu sınıfta yaşadığım olumsuz olaylar yüzünden, Türkiye’deki bu ilk öğretmenimin adını ve simasını bu gün hiç hatırlamıyorum.

Memleketteki sınıfım (1955)

Memlekette birinci sınıfı okuduğum için, okumayı sökmüş olmalıyım ki; kısa bir zaman sonra sınıfta ilk okuyan öğrenci olarak ilan edildim. Okumayı söken öğrenciye bir nişan olarak kırmızı kurdele takılması gerekiyordu. Çünkü öğretmenimiz okumayı başaran her öğrenciye kırmızı kurdele takılacağını söylemişti.  

Öğretmenimizin: 

-Tamam, göçmen, kırmızı kurdeleyi hak ettin dediği gün eve büyük bir sevinçle gittim. Okumaya, bilgiye çok önem veren babam ve ailem çok sevindiler.

Bir çiftçi çocuğu olarak doğan ve hayatının önemli bir bölümünü bu işle geçiren babam, Türkiye’ye göçme söz konusu olunca, ”orada tarlam, malım olmayacak sıradan bir işçi olmayayım” diye düşünerek bir ustaya para ödeyerek marangozluk öğrenmiş. Okumamızı, iyi meslekler edinmemizin yanında bilgili, kültürlü insanlar olmamız için isterdi. Bunun için ömrü boyunca her türlü fedakârlığı yaparak okumamız için gerekli şartları sağlamağa çalıştı.                                   

Kırmızı kurdeleyi hak ettiğimin söylendiği günden sonra her gün onun hayaliyle okula gitmeme rağmen, bu bir türlü gerçekleşmiyordu. Bir gün bütün cesaretimi toplayarak,

-Öğretmenim, bana ne zaman kurdele takacaksınız? diye sordum. Aldığım cevap beni allak bullak etti:

-Senin önlüğün yok göçmen! Ne zaman okula önlükle gelirsen o zaman takacağım.

Evet, önlüğüm yoktu, okula memleketten getirdiğimiz lacivert bahriyeli ceketi ile gidiyordum.  Memlekette köyün zenginlerinden sayılırken, sınırı geçer geçmez fakir olmuştuk. Evinde çalışma yaşında insanları olan göçmenler kısa sürede durumlarını düzelttiler.  Ailemizde tek babam çalıştığı için biz maddi yönden sıkıntı içindeydik. O günün Türkiye şartlarında önlük almak çok zor olmalıymış ki bir türlü önlük alınamamıştı.

 Her gün anneme ağlıyor, sızlıyor önlük istiyordum. Çünkü benden sonra okumayı söken öğrencilere birer birer kurdele takılmaya başlanmıştı. Benim için okula gitmek artık işkence haline gelmişti.

Bu arada öğretmenizin, okulumuzun başka sınıfında okuyan oğlunun doğum günü partisi için evine davet edildik. Alsancak semtinde olan bu eve nasıl gittiğimi hiç hatırlamıyorum. Toplu olarak götürüldük her halde. Hatırladığım başka şeyler var. Dolaplı radyo ve pikap bunların en önemlisi idi. Hele üst üste konan plakların sırayla düşüp çalması beni çok etkilemişti. Derken bir zil sesiyle herkes sustu, hayatımda ilk defa telefon görüyordum. Arayan öğretmenimizin nakliyeci olan eşiydi, oğlunun doğum gününü kutluyordu. O gün pasta da yedim herhalde...  

Bütün bunlar beni ezmişti, çok sıkılmıştım. Hele yanlış bir şey yaparım diye de çok korkmuştum. Ayrıca sınıf arkadaşlarımın “göçmen” aşağı “göçmen” yukarı hitapları beni çok rahatsız ediyordu. Alsancak ilkokulunda göçmen öğrenci çok azdı. Öğretmenimizin bana bu şekilde hitap etmesini, bu gün bir eğitimci olarak açıklayamıyorum. Zaten kendisi de bu yanlışın farkına varmış olacak ki bir müddet sonra, bana adımla hitap ederek, arkadaşlarımın da göçmen demelerini yasakladı.

Öğretmenimin önlükte ısrar etmesine ve bana bir önlük temin edememesine halâ çok şaşırıyorum.

Zaman geçiyor, neredeyse sınıfın tamamı kırmızı kurdelesine kavuştuğu halde, ben halâ kurdeleme kavuşamamıştım. Evde baskımı her gün daha da artırıyordum.

Nihayet bir gün benim çilekeş ve cefakâr annem kimsenin düşünemediği bir çözüm buldu. Memleketten gelirken eşya koymak için dikilen Amerikan bezinden torbaları sökerek, bana bir önlük dikme mucizesini gösterdi. Evimizde 1950’li yılların başından beri ayaklı Sınger marka dikiş makinası vardı. Önlüğüm dikildikten sonra, kumaş boyasıyla siyaha boyanınca iş tamamlanmış oldu. Bu gün düşündüğüm zaman anneciğimin bu yaratıcılığına hayranlık duyuyorum.

Zaten annem hayatımız boyunca zorlukları aşmamızda hep bize rehber olmuştur. Bütün hayatını ailesine adayan fedakâr bir insandı. Varlıklı bir aileye gelin gelmesine rağmen pek rahat ettiği söylenemez. Ömrü hep çalışarak ve değişik sıkıntılarla geçti. Bizde “İşleen iine pas tutmaz” diye bir söz vardır. O yokluk yıllarında çoğu zaman annemin diktiklerini giydik. Dikiş konusunda hiçbir eğitimi yoktu, ama onda bütün Türk kadınlarında bulunan yaratma gücü vardı. Annem ayrıca çok zeki bir insandır. Hiçbir öğrenim görmediği halde zihinden yaptığı hesaplamalarla bizi hep şaşırtmıştır.  

İnsan yetişkinlik çağına gelince anne ve babasının kendisi için yaptıklarını daha iyi kavrıyor. Şimdi baktığım zaman, anne ve babamın ama özellikle annemin benim için, kardeşlerim için çok büyük fedakârlıklara katlandığını anlıyorum. Hele doğru dürüst okul görmemelerine rağmen bize temel insanî değerleri; doğruluğu, yalan söylememeyi bilhassa haramı ve helâli öğretmek için gösterdikleri çabaları şimdi daha çok takdir ediyorum.

Okula sıra dışı özel dikilmiş ve boyanmış önlüğümle gidince öğretmenim kurdelemi taktı. Ama ben ikinci sınıfta o sınıfa ve okula dönmedim.

İlkokula, Bornova’ya bağlı, göçmenlerin yoğun olduğu Mersinli İlkokulunda devam ettim ve oradan mezun oldum.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder