11 Mart 2021 Perşembe

KÖPRÜLÜ’NÜN SON YORGANCISI (Dimko Stançevi Alaçot.)

 

Dimko ve babası Stefan.


Velesli (Köprülü) hemşehrim Yuliyana Miovska, Facebooktaki Veles niz minatoto (geçmişte Veles) sayfasında tarihi bilgiler içeren çok değerli paylaşımlar yapıyor. Bu paylaşımlar Veles’in (Köprülü) Türkler zamanındaki hayatına da ışık tutmaktadır. Kendisine bu paylaşımları için teşekkür ediyorum.

Bu yazıda Veles’in son yorgan ustası Alaçovi ailesi anlatılıyor. Ben bu metnin Makedoncadan Türkçeye çevirisini sunuyorum. Ayrıca Makedonlar ve diğer milletlerle Türkler arasında oluşan ortak kültür ve anlayışa dikkat çekmek için bazı noktalar yorumlamak istiyorum.

Öncelikle, yorgancılık, tenekecilik, kalaycılık, semercilik, bakırcılık vb. gibi geleneksel Türk zanaatlarının Makedonlar ve diğer Hıristiyan milletler tarafından benimsenerek en iyi şekilde yapıldığını anlıyoruz. Başlangıcında bu zanaatları Türk ustalardan öğrenip benimsedikleri anlaşılıyor. Bu zanaatların varlığı Türkler ve Hıristiyan milletler arasında ortak bir yaşama biçimini gösteriyor.

Burada yorgan ustası Dimko ve ailesinin bu işi Türklerin sahip olduğu anlayış ve felsefe ile yaptığını görüyoruz. Öncelikli düşünceleri para kazanmak değil, insanları memnun etme, doğru ve iyi iş yapmaktır.

Burada bir tespitimi belirtmek istiyorum. Başlangıçta bütün bu sanatların ustaları Türk idi. Makedonlar çocuklarını iyi bir Türk ustanın yanına vermek için can atıyorlardı. Osmanlının son dönemindeki yanlış politik uygulamaları sonucu bu sanatlar ve diğer ekonomik faaliyetler Hristiyan milletlere geçti. 

1953 göçü söz konusu olduğunda, Türkiye'de sıradan bir işçi olmayayım düşüncesini taşıyan Türkler, Köprülü'deki Makedon ustaların yanına giderek ilerlemiş yaşlarında çırak oldular. Babam, marangoz Dimço'nun yanına giderek marangozluk öğrendi. Yani fetih yıllarında onlara öğrettiğimiz sanatları, göç sırasında onlardan öğrenmek zorunda kaldık. Acı ama gerçek. 

“İĞNEYLE KUYU KAZMAK”

 

Dimko hitap ettiği müşteri kitlesine daha iyi hizmet vermek için onların dillerini öğreniyor. Türkçeyi çok iyi bildiğini kullandığı deyimden anlıyoruz. “İğneyle kuyu kazıyorum” diyor. Köprülü’ye bağlı Karaslar köyünde konuştuğum Görgi Aga da, “tee benım kari kırmiş boynuni gitmiş” diyerek eşinin habersiz gittiğini Türkçe bir deyimle anlatmıştı. Bir dili deyimleri ile konuşanlar o dili çok iyi biliyorlardır. Zaten Türkler zamanında esnafların dışında çok sayıda Makedon da Türkçe konuşuyordu. Bugün bile buralarda Türkçe konuşan çok sayıda Makedon var.

Dimko’nun öğrendiği dillere bakarak Köprülü’nün o zamanki nüfus yapısını öğrenebiliriz. Türkler en büyük nüfusu oluşturuyordu. Türklerden başka Makedonlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar ve Romanlar (Çingeneler) bulunuyordu. (Aslında bizim Çingenelerimiz eskiden olduğu gibi bugün de çok güzel bir Türkçe ile konuşuyorlar) Makedonca, Bulgarca ve Sırpçada bugün de kullanılan binlerce Türkçe kelime var. İnternette yayınlanan Makedonca metinlere ve yorumlara bakıldığında, günlük konuşma dilinde kullanılan birçok Türkçe kelime görmek mümkündür. Yugoslavya döneminin Hırvat asıllı yazarı İvo Andriç, Nobel ödülü aldığı “Drina Köprüsü” romanının sonuna, romanda kullandığı yüzlerce Türkçe kelimeyi eklemiştir. Türkçe kelimelerin her alanda kullanıldığını söyleyebiliriz.

 

 “İYİLİK YAPIN İYİLİK GERİ DÖNSÜN”

 

 Bu bizdeki iyilik yapan iyilik bulur anlayışının ta kendisidir.

“Kapınıza kim gelirse, hangi milletten olursa olsun, kapıyı çalana kapıyı açın. Herkes bir insandır.” İnsana insan olarak bakmak bize hiç yabancı değil.

Makedonya’da gezdiğimde, Makedonların, bazı yönleri ile bize çok benzediklerini gördüm. Avrupa milletlerinde olmayan misafirperverlik ve ikram geleneği Makedonlarda bizden farklı değildir. Hakkı olmayan bir şeyi kabul etmeme, yardımseverlik ve bir işi en iyi şekilde yapma anlayışı yaygın. Komşuluk ilişkileri, komşuluk hukuku çok ileri. Makedonya Türklerinde komşu evleri arasında gidip gelmeyi kolaylaştıran ve “kapıcık” denen küçük kapılar vardır. Bu kapıcıktan komşular birbirlerine teklifsizce gidip gelirlerdi. Aynı “kapıcık” anlayışının Makedonlarda da olduğunu, internetteki Makedonca paylaşımlarda görüyorum. Yüz yıllarca beraber yaşamanın sonucu olarak güzel ortak davranışlar oluşması çok normal.

Dimko ustanın göç edecek Türklere gümrükten altın geçirmeleri için çare üretmesi, iki toplum insanları arasındaki yakınlığı ve güven duygusunu gösteriyor. Göç sırasında Türklere, çok kısıtlı para ve altın götürme hakkı tanınmıştır. Bu yüzden ellerindeki birikimleri götürmek için çeşitli yollar denenmişlerdir.

Göçten yıllar sonra, Türkiye’ye göçmüş olan Köprülülü Türklerin, Türkiye’ye gelen Dimko’nun eşi Trajanka’yı otelden alıp evlerinde ağırlamaları örnek ve samimi bir vefa örneğidir.

Hüseyin ŞİRVAN - Mart 2021

 

ALAÇOVI-yorgan ustaları. (AЛАЧОВИ- мајстори за јоргани.)

Veles’in (Köprülü) son yorgan ustası.

 

Dimko Alachovi Veles’in son yorgancısıydı. Yorgancılık iki asırlık bir aile sanatıydı. Veles’te uzun zaman önce elişi (el sanatları) sokağı yok oldu ve bununla birlikte el sanatları nesli tükenmiş oldu. Bu zanaatın iz bırakan son ustası Dimko Stançevi Alaçot’un kızı Marga Uzunova anlatıyor;

Babam Dimko sadece Veles için değil, Prilep (Pirlepe), Bitola (Manastır), Stip (İştip) ve Üsküp’e de yorgan yaptı. Veles’te ve ötesinde tek ustaydı. Yorganlar dışında, dikili döşekler, yastıklar da dikerdi. Sık sık “iğne ile kuyu kazdığını” söylerdi. O, babası Stefan 'dan, o da babasından, büyük dedem Dimko'dan öğrendi. 1800 senesinden 1970 senesine kadar aynı yerde yorgan diktiler. Bizim aile lakabımız Alaçot, Türkçe olan Alaçay kelimesinin çevirisidir. Yorgan da Türkçe bir kelimedir - diyor kızı Marga.  

Marga özellikle memleketi Veles'e, birkaç Makedon aileden biri olan yorgan yapımcılarının hayat hikâyesini anlatmak için geldi. Neredeyse iki yüzyıl boyunca yorgan yaptılar, tüm Veles ve ötesi için diktiler. Babası Dimko bu zanaata 14 yaşında başladı. . Merakla babası Stefan’ı yorganları dikerken ve gizlice iğne batırırken izledi. Bu arada Veles halkının evlerine sipariş olarak çocuklar için hazırlanan küçük yorganları taşıdı. Biraz para kazandı. Burada durmadı, küçük yorgan dikmeye de başladı ve böylece büyükbabasının bıraktığı aile zanaatına girdi.

Büyükbabam Stefan, zor bir zanaat olduğu için oğlunun yorgan dikmesini istemiyordu. Dedem Stefan yavaş yavaş zanaatın sırlarını açıklamaya başladı, çünkü babam ilgiliydi.  - diye ekliyor Marga.

Bir yorgan yapmak 4 ila 5 saat, bir döşek 2,5 ila 3 saat ve yastık yapmak için çok az zaman gerekirdi

Yorganın yapımında ipek kullanılırdı, daha az Amerikan bezi, zenginler için ve bazı durumlarda istek üzerine kadife ile de dikilirdi.

Kızı, babasının en son yorgan yapmasının üzerinden kırk yıl geçmiş olmasına rağmen, yapım sürecini ayrıntılı olarak anlatıyor.

Önce çerçeve bez (tuval) dikilir, ardından pamuk eklenir. Pamuk yağlı olduğu için tohumları çıkarmak için ovulurdu ve biz çocukken çekirdekleri çıkarmak için yardım ederdik. Sonra yatıştırıcı gelir bu pamuğun katman, katman yapıldığı bir işlemdir. Hayvanların bağırsaklarından yapılmış bir tendonun (tetiva) bağlı olduğu bir yay ve tokmak yardımıyla pamuk kabartılır.

 (Buna pamuk atmak denir. Bu pamuk atma, kabartma aletine Makedoncada Tetiva denmektedir. Makedonya Türkleri de tetiva kelimesini kullanmaktadır. Yakın zamana kadar Türkiye’de ellerinde yay ve tokmakla gezerek bu işi yapan insanlar vardı. Bu işi yapanlara Türkçede “hallaç” denir. Yatak ve yorganlarda, pamuk yerine suni elyaf kullanıldığı için bu işi yapanlar artık çok azaldı.)

Sonra süpürge gelir ve oda temizlenir, özellikle tohumlar gibi hiçbir şey kalmayacak şekilde süpürülür, böylece astar doldurulur, yorganın üzeri dövülür, böylece pamuk eşit olarak dağıtılır.

Sonra dikiş başlar. Uçlar ve yanlar dikilir. Baklava, gül ve yıldız gibi desen örneklerimiz vardı. Babam onları bir parça tebeşirle çizer, ortasından çalışmaya başlardı. Nakış işlendiğinde, iğne tüm yorganın içinden aşağı yukarı giderdi.

Bazı insanlar olabildiğince çok pamuk konmasını istiyordu ama bu iyi değildi ve yanılıyorlardı. Çünkü daha az pamukla, bir kişinin kendini bir yorgana sarması daha kolaydı. Eğer fazla pamuk konulursa yorgan sertleşir ve yataktan düşer. Çoğu, daha fazla pamuk olursa, soğuk kış gecelerinde ısıtmanın daha kolay olacağını düşünüyordu.

Dimko Alaçot'un dükkânı, pazarın karşı üst kısmındaydı. Komşuları kalaycı, tenekeci, semerci, terziydi, bir de kuyumcu Мечето vardı. Eşi Trajanka da işinde ona hep yardım etti.

Bu zanaatın ustası, tüm müşterilerle iletişim kurabilmek için Türkçe, Sırpça, Bulgarca, Çingenece, Ulahça konuşmayı öğrendi. Bunlardan çok sayıda müşterileri vardı. Almanya'dan aldığı biri el, diğeri ayak ayaklı iki makine büyük bir aile serveti değerindeydi. Onlar geçmiş bir dönemin hatırası olarak kıskançlıkla korunurlar.

İşlerin çoğu, hasat ve tarla çalışmaları bittikten sonra ekim sonbaharında olurdu. Ardından düğünler ve kutlamalar başlardı ve bu yeni yıla kadar sürerdi. Bu dönem boyunca karanlıkla gelip şafakta kalktı. Çocukların günlerce babalarını görmediği oldu. İlkbaharda biraz daha az iş vardı.

Cumartesi ve Pazar günleri de çalıştı ama Bağışlama günü, Paskalya ve Noel'de çalışmadı. Sonunda işten hastalandı.

            Yaşlı baba, yorgan yapmanın tehlikeli olduğunu geç anladı, astıma yakalandı ve sonra pamuk solumamak için maske takmaya başladı. Ayrıca yardım ettiğimizde ağzımız ve burnumuza marama (yemeni) taktı. 1972 yılına kadar çalıştı. Durduğunda hazır yorganlar dükkânlara getirilmeye başlandı.

            O zamanlar, bebeklerin hastaneden küçük yorganlara sarılması adetti. Erkek için mavi, kız için kırmızı veya pembe olurdu. Gelinin çeyizi gelinden damat evine götürüldüğünde, etrafı yorganla çevrili bir arabada, yastıklar arasında herkesin görmesi için sokakta taşınırdı. Komşular gelinin getirdiklerine bakıp yorum yaparlardı.

Dimko'nun erkek kardeşinin torunu Vese Todorova ekledi;

Tavsiyesini hatırlıyorum: “Çocuklar, iyilik yapın ki iyilik geri dönsün. Kapıda ister Arap ister çorbacı (Hıristiyan zengin, hatırlı kişi) olsun kapıyı çalana aç, herkes bir insandır.”

            Tüm torunların "büyük yaşlı babası" idi, çünkü kardeşlerin en büyüğüydü ve torunların çoğu işin hazırlanmasına nasıl yardımcı olacaklarını biliyordu.

İlginç bir olay, yorganların Dalmaçya-Hırvatistan'a ulaşmasını sağladı. Stançevi ailesinin arkadaşlarının kızı Crikvenica'da evlendi. Anne her zamanki gibi Veles'ten torunlara kışın üzerlerini örtmeleri için yorgan sipariş etti. Oradaki Hırvat akrabaları çok beğendiler. Dimko daha fazla sipariş aldı ve bir süre Alaçovi'den Veles yorganlarıyla kendilerini örtmek istediklerini ifade eden Dalmaçyalı birkaç Hırvat ailesi için çalıştı. 1960'lardaydı.

Dimko Alaçot, Koço Racin'in (Velesli ünlü Makedon şair) çocukluk arkadaşıydı. Gençliğinde birlikte okudular ve birbirlerine yardım ettiler. Kosta gelir ve yorgan yapılmasına yardım ederdi. Bugün Sv. Cyril ve Methodius ilkokulunun arkasında bulunan Türk okulunda okuyorlarmış. Yakınlıklarına tanıklık eden Stançevi, 2. veya 3. sınıfta birlikte oldukları bir fotoğrafa sahip.

Marga, 50’li yıllarda Türkler Veles’ten göç ettiklerinde babası Dimko’nun Türklere nasıl yardım ettiğini ilk olarak açıkladı. Bu şimdiye kadar sır olarak saklanmıştı. Onlara, çıkarmalarına izin verilmeyen lirayı (altını) nereye saklayacaklarını öğretti. Türkler Makedonya'yı terk ettiklerinde yorgan ve döşek getirmelerine izin verildi, ama para, altın getirmelerine izin verilmedi. Burada bırakmak zorunda kaldılar. Türkler altını yanlarında nasıl götüreceklerini bilmiyorlardı. Babam liraları yorgan ya da döşeğe dikmelerini önerdi. Beş altı yorgan sipariş ettiler ve ustaya lirayı nasıl aktaracaklarını sordular. Babam onlara anlattı ve birçok aile yorgan aldı. Hatta yorganın tamamı bozulmasın diye yeri işaretledi, bazen farklı bir parça dikti. Mükemmel bir şekilde gizledi.

Yıllar sonra annem ve kadınlar Türkiye’ye, İstanbul ve İzmir'e gittiler. Orada yaşayan Türklerimiz, Velesli misafirlere Alaçovi’yi sordular. Annemi gördüklerinde birbirlerini tanıdıkları için otelde uyumasına izin vermediler, üç gün misafir ettiler. Çok minnettarlardı.

  ·

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder