26 Nisan 2022 Salı

OHRİ’DE BİR ARİF AMCA (VELESPİTÇİ ARİF USTA)

              

Arif Amca ve yeğenim Necmettin Dervent ile
Ohri'de. Yıl 2004.

2004 yılında memlekete ilk gittiğimizde Ohri’ye de giderek iki gece kaldık. Güzel bir tesadüf Arif İsmail Amcayı karşımıza çıkardı.

Arif Amcayı sabah namazı için gittiğimiz Tekke Camii’nde tanıdık. Namazdan sonra cemaat kahve ocağının merdivenlerine yöneldiğinde, biz çıkıp çıkmamakta kararsız kaldık, bir davet bekledik. Bir gün önce Şeyhin oğlu Erol Bey bize tekkeyi gezdirdiği için çıkılan yerin yazlık kahve ocağı olduğunu biliyorduk. Beklediğimiz davet ufak tefek, yaşlıca, sevimli birinden geldi.

“Ade, ne duruysunuz buyurun, buyurun” deyip iki eliyle işaret ederek adeta bizi merdivenlere doğru itti. Kahve ocağındaki sabah sohbetine iki yabancı olarak katıldık. Bizi pek yadırgamadılar, tanımaya çalıştılar. Buralardan göçtüğümüzü öğrenince, bizde, kendilerinden bir parça buldukları için olsa gerek, daha rahat konuşmaya başladıklarını hissettim.

 

Elli yıl öncesinden, bazı olaylardan ve ortak tanıdıklarımızdan konuştuk. Kısa sohbetten sonra Şeyh Efendi dâhil herkes nafakalarını çıkarmak için işlerinin başına gitmek üzere ayrıldılar.

Kahve ocağında kahveleri yapmakla görevli olan Kahveci İbrahim Dede emekli olduğu için kaldı. Bize taze kahve yapan İbrahim Dede ve Arif Amcayla bir müddet daha oturup memleketten, göçmenlikten, Türkiye’den konuştuktan sonra.tekkeden ayrıldık.

Kahve ocağında tanıştığımız Arif Amca bizi bırakmadı.

“Buyurun size bir sabah çayı ikram edeyim” diyerek, gazete, sigara, kırtasiye ve daha birçok şey sattığı dükkanının karşısındaki kahveye götürdü. Çok güzel bir Ohri sabahında, dünya tatlısı Arif Amcayla çaylarımızı yudumlarken birbirimizi tanımaya çalıştık.

“Adınız nedir sizin?”

“Benim adım Hüseyin, bu yeğenimin adı da Necmettin.”

“Senin Üsin onu anladım, ama bu Necmettin nije isim öyle, olmasın Nejbidin”

Necmettin gülerek:

“Arif Amca annem beni aynı senin dediğin gibi, Nejbidin diye çağırıyor.” dedi.

Bazen insanın, ilk gördüğü birine, birdenbire, nasıl kanı kaynarsa bizim de Arif Amca’ya kanımız öyle kaynadı. Zaten “Nejbidin’le” başlayan kültür ortaklığımız, başka ortak kelime ve davranışlarla pekiştikçe pekişti.  

Bunların en önemlisi “lepe” kelimesi oldu. Bizimkiler çok sık olarak “os.ğuna lepe” deyimini kullanırlar. Bu deyim bizim yörelerin göçmenlerine has bir deyimdir. Bunu başkaları pek bilmez. Rahmetli babam bu lepe kelimesini, bir çocuğun annesi, babası tarafından şımartılıp her dediğinin yapılmasını eleştirmek için kullanılırdı.

Bu “lepe” kelimesinin hep Makedonca “leb” yani ekmekten geldiğini zannederdim. Oysa Makedoncada lepe diye bir kelime yok. Arif Amcanın bir kulağı ağır işittiği için o taraftan konuştuğumuzda, ne dediğimizi anlamıyordu. Sık sık elini kulağına koyarak “lepe!” diyerek, söylediklerimizi tekrar ettirdiğini fark ettim.

Anlamını sorduğumda; “buyur, emret, söyle” olduğunu söyleyince, o deyim birden aydınlandı. Çocuğunun her dediğine, buyur, emret diyen anneler, babalar gözümde beliriverdi. Bu çok özel deyim gibi daha birçok ortak davranış, kısa sürede çok eskilerden tanışıyormuşuz gibi bizi birbirimize yaklaştırdı.

Aslında çok eski ve sağlam köklerimiz olduğu ortada idi. Asırlar önce aynı topraklardan kopup buraları “Anavatan” yapan, aynı kültürü ve inancı paylaşan insanların torunları idik. Sadece elli yıldır ayrıyız. O da görünüşte; aslında hiç ayrılmadık. Çünkü burada kalanlar bizi, biz göçenler de onları hiç unutmadık.        

Arif Amca, kendi tabiri ile bir “Alpien” yani dağcı, ama dağcı arkadaşları öldüğü için, dağlara gidemiyor ve buna çok üzülüyor.

“Biz asırlar önce Persiya’dan (İran), Horosan’dan Hayati Baba ile gelmişiz. Bu Ohri bir zamanlar hep Türk idi. Gölden kaleye kadar bütün bu mahalleler Türk mahallesi idi. Herkes birden göç edince çok fena olduk. Türk komşularımız yerine yabancı komşular geldi. Çokluk iken azlık olduk. Şimdiki gençler bunu pek anlamıyorlar, çünkü çokluk olduğumuz zamanları yaşamadılar. Alışmak çok zor oldu. Ama hayat devam ediyor, buraları ata toprağı bildiğimiz için her türlü zorluğa katlanarak buralarda tutunmaya çalıştık. Artık eskiye göre daha iyiyiz, daha da iyi olacak.”

            Türkiye ile bağlarının hiç kopmadığını ve kopmayacağını da ilave ediyor Arif Amca…

Arif Amca, yakın zamanda genç oğlunu Vardar’a kurban vermiş. Üç arkadaş arabaları ile Vardar’a uçmuşlar, biri sağ, biri ölü olarak çıkarılmış. Oğlunun ise cesedi bile bulunamamış. Şimdi gelini ve lise çağındaki iki torunu ile hayat mücadelesine devam ediyor.

Öğleden sonra dükkâna gelini baktığı için, Ohri kalesine çıkarma konusunda ısrar etmesi, bizi çok memnun etti. Kalenin etrafındaki eski Türk mahallelerinden geçerek, kale içine çıktık.

Her tarafta eski Türk evleri görülüyor, adeta Safranbolu’da geziyorduk. Kale meydanındaki Ohri Fatihi Sinan Paşa Türbesi’ni ziyaret ettik. Meydandaki tarihi Ortodoks kilisesinin adeta yeniden yapıldığını gördük. Kale yakın zamanda restore edildiği için çok bakımlı durumda. Burçlardan, gördüğümüz muhteşem Ohri ve göl manzarasını bilmem nasıl anlatayım...

Arif Amca ile geçirdiğimiz bu güzel zamanı, bize gösterdiği yakınlığı, yaptığımız sohbeti ömrümüz oldukça hatırlayacağız. Dükkânındaki kontörlü telefonu kullandığımızda, “siz misafirsiniz, sizden nasıl para alayım” diyerek para almak istememesi… Israr edince de “ade o zaman size birer çay daha söyleyeyim” demesi… Bize verdiği emek, sergilediği gönül zenginliği, her türlü takdirin üstündedir.

Arif amcanın bir özelliği de bir zamanlar bisiklet tamircisi olmasıdır. Onun “Velespitçi Arif Usta" diye tanındığını daha sonra öğrendik.  

 

***

Bir yıl sonra (2005), yine bir Makedonya turu yapıp Ohri’ye ulaştığımda heyecan ve hasretle karışık duygularla doğru Arif Amcanın dükkânına koştum. Dükkânın kapalı olduğunu görünce daha gelmemiş veya bir yere kadar gitmiştir diye düşünüp karşıdaki kahveye oturdum.

Uzunca bir zaman bekledikten sonra, meraklanmaya başladım. Yanımıza gelen kahveciye Arif Amcayı sordum:

“Arif Amca gitti” dedi.

“Nereye gitti, Üsküp’e mi?” diye sorunca, kahveci “şey, yani öldü, dünya değiştirdi” dedi. Ölen kişi için gitti diyorlar demek... “Gidip de gelmemek, gelip de görmemek” ne imiş bir kere daha anladım. Dükkânı gelini işletiyormuş. Dükkânı açtığında gelini ile görüşüp yeğenim Necmettin’in Arif amcasına gönderdiği hediyeyi ona teslim edip taziyelerimi sundum.

***

      

Arif Amcanın kızları, yeğeni ve eşim Rağbet 
Hanım Ohri'de. Yıl 2010

2010 yılında eşimle gene Ohri’deyiz. 2009 yılında yayınladığım “Çıkayım Gideyim Urumeli’ne” kitabımda Arif amcaya fotoğrafımızı da koyarak kısa bir yazı ile yer verdim. Bu yüzden kitabımı Arif amcanın çocuklarına ulaştırmak istiyorum ama bir türlü kendilerine ulaşamıyorum. Dükkanı kapattığı için gelinini bulamamıştım.
 

Eşim Rağbet Hanımla göle inen turistik caddede hem geziyor hem de hediyelik eşyalara bakıyoruz. Dükkânlardan birinin önündeki tahta çanaklara bakarken, Türk olan tezgâhtar hanım bizim de Türk olduğumuzu ve Türkiye’den geldiğimizi anlayınca ayrı bir ilgi gösterdi. Sıcaktan bunaldığımızı da görünce:

“İçeri buyurun biraz dinlenin hem de size içecek bir şeyler ikram edeyim” dedi. İçeride adı Hüreyde olan genç hanımla derin bir memleket, göç ve Türkiye muhabbetine girdik. Birden Arif amca aklıma geldi. Kitaptaki Arif amca fotoğrafını göstererek sordum:

“Kızım be, Ohri’de ne kadar Türk var siz birbirinizi tanırsınız. Ben bu fotoğraftaki kişinin yakınlarını arıyorum, bakar mısın?” dedim. 

       Fotoğrafı gören genç hanımın yanaklarından birden boncuk boncuk yaşlar yuvarlanmaya başladı. Şaşkın bir şekilde ne olduğunu anlamaya çalışırken:

“O benim babam” dedi.

Arif Amcanın kızları, yeğeni ve eşim Rağbet 
Hanım Ohri'de. Yıl 2010

Eşimle donduk kaldık, altmış küsur bin nüfuslu bir şehirde Arif amcanın kızını bulmuştuk. Bu ne güzel bir tesadüftü. Arif amcayla da böyle tanışmıştık.

Hüreyde Hanım, rahmetli Arif Amcanın iki kızından biri. Kitapta babasının fotoğrafını görüp yazımı da okuyunca heyecanla ellerimize sarıldı, bizi bir başka sahiplendi. Birbirimizi ezelden tanıyan, aralarında, derinlerden gelen bir gönül bağı olan insanlar gibi görmeye başladık. Arif Amcanın ruhaniyeti bizi kaynaştırdı. Orada başlayan dostluğumuz elan sürüp gidiyor.

2004 yılından itibaren defalarca gittiğim memlekette karşıma hep güzel insanlar çıktı. Onlarla çok iyi dostluklar kurdum. Buralarda hiç akrabam yokken her yerde akraba gibi dostlar edindim. Şimdi Makedonya’nın her tarafında köylerde, kasabalarda, ayrıca Kosova Prizren’de birçok dostum var. Ben onların evine rahatça gidiyorum onlar da bize geliyorlar, biz de onları ağırlıyoruz. Bu konuda kendimi çok şanslı buluyorum. Sanki bu güzel insanlar özellikle karşıma çıkıyor. Ohri’deki bu karşılaşma da bunlardan biri oldu.

Arif Amcanın kızları, yeğeni ve eşim Rağbet 
Hanım Ohri'de. Yıl 2010

Arif İsmail Amcaya ve bütün ölmüşlerimize Tanrı rahmet eylesin.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder