“BU İŞİ BAŞARAMAZSAM
TÜRK OLMAYAYIM”
Üsküp'lü hemşehrim |
2004 yılında Makedonya’ya ilk
gidişimde, Üsküp’te otobüsten iner inmez Türkçe olarak “taksi lazım mı?” diye
etrafımızda dolanan taksiciler beni çok şaşırtmıştı. Göçtükten elli yıl sonra
döndüğüm memleketimde güzel Türkçemizi duymak beni son derece mutlu etti. Daha
sonra, burada yaşayan Müslüman milletlere mensup olanların genellikle üç dil
bildiklerini öğrendim. Türkler, kendi dillerinden başka Arnavutça ve Makedonca;
Arnavutlar, kendi dilleri dışında Türkçe ve Makedonca ve Boşnaklar da kendi
dilleri dışında Türkçe ve Arnavutça biliyorlar. Makedonca'yı resmi dil olduğu
için, diğer dilleri de birbirleri devamlı temas halinde oldukları için
öğreniyorlar. Türkçe bilen Hristiyanları da göz önüne alırsak, sadece Türkçe
bilerek bütün Makedonya’yı gezmek mümkündür. Çünkü her yerde Türkçe bilen biri
bulunabilir.
Üsküp’te konuştuğumuz Türk, Arnavut,
Boşnak ve diğer Müslüman hemşerilerimizden burada, Türk kavramının bütün
Müslüman milletleri birleştirdiğini öğrendik. Makedonya’da ve bütün Balkan
ülkelerinde Müslüman eşittir Türk, Türk eşittir Müslüman olarak görülüyor.
Müslüman olana, kökeni ne olursa olsun “Türk” deniyor. Bir Müslüman, Müslüman
olduğunu ifade etmek için “ben Türk’üm” diyor.
Konuştuğumuz bir Arnavut hemşerimiz
bu anlayışın özellikle bazı dinî cemaatler tarafından bozulmak istendiğini şöyle
anlattı:
“Eskiden aslımız ne olursa olsun hepimiz Türk sayılıyorduk. Türklük bizi birleştiriyordu. Birliğimiz vardı, hepimiz birdik. Şimdi birileri sen şusun, sen busun diyerek bizi bölüyor. Hristiyanlara karşı bütünlüğümüz kalmadı. Bölündük. Bunu son derece yanlış buluyorum. Bu bölünmenin sorumluları bazı ırkçı Arnavutlarla, Türkiye’den gelen dinî cemaatlerdir. Bu bölünmeden Müslüman milletlerin zarar göreceklerini düşünüyorum.
“Eskiden aslımız ne olursa olsun hepimiz Türk sayılıyorduk. Türklük bizi birleştiriyordu. Birliğimiz vardı, hepimiz birdik. Şimdi birileri sen şusun, sen busun diyerek bizi bölüyor. Hristiyanlara karşı bütünlüğümüz kalmadı. Bölündük. Bunu son derece yanlış buluyorum. Bu bölünmenin sorumluları bazı ırkçı Arnavutlarla, Türkiye’den gelen dinî cemaatlerdir. Bu bölünmeden Müslüman milletlerin zarar göreceklerini düşünüyorum.
Eskiden kökeni ne olursa olsun, bir
Müslüman herhangi bir işe kalkıştığında “bu işi başaramazsam, yapamazsam Türk
olmayayım” diye ant içerdi. Bunu, Arnavut, Boşnak, Pomak bütün Müslümanlar
söylerdi. Türk olmak demek Müslüman olmak demekti. Bunu bozmaya çalışanlar
yanlış yapıyorlar.”
PRİZREN’DE BİR BOŞNAK GENCİ
![]() |
Prizren'de Necip'in Pastanesinde |
2006 yazında eşim Rağbet Hanım ile
Kosova’nın incisi Prizren’e gittik. Prizren Şar dağının eteklerinde küçük bir
Bursa sanki... Şar Dağı, Kosova ve Makedonya arasında sınırı oluşturuyor. Şar Dağının Makedonya tarafında Tetova (Kalkandelen), Kosova tarafında ise Prizren
bulunuyor. Şar Dağından beslenen su kaynakları o kadar bol ki, hiçbir çeşmede
vana yok. Buz gibi sular çeşmelerden akıp duruyor. Prizren, Bistriça deresi
(kimilerine göre Maraş deresi), Kalesi, Sinan Paşa camii, Taş Köprüsü ve diğer
tarihi yapıları ile bir açık hava müzesi adeta...
Akşam, “korzoya” yani akşam
gezmesine çıkmış Prizrenlilerin arasına katılıp harika ortamın tadını
çıkarıyoruz. Korzo geleneği Balkan ülkelerinde çok yaygın... Birçok yerde bu
etkinliğe rastladık. İnsanlar Şadırvan Meydanının çevresindeki caddelerde,
Bistriça deresinin kenarında gidip geliyorlar. Her taraf ışıl ışıl… Kimi
pastanelere veya kafelere oturup bir şeyler yiyip içiyor sonra tekrar korzoya
katılıyorlar. Biz de bir pastanede oturup buralarda farklı yapılan tulumba
tatlısını denemek istiyoruz.
Tatlılarımızı getiren genç; “galiba
siz Türkiye’densiniz” diyor. Emekli öğretmen olduğumuzu Prizren’i görmeye
geldiğimizi ve çok beğendiğimizi söylüyoruz.
Tatlılarımızı bitirdiğimizde aynı
genç çok güzel cam kaplarda iki dondurma ile masamıza gelip konuşuyor:
“-Öğretmenlerim, bu size bizim
ikramımızdır, lütfen kabul edin. Ben Boşnak kökenliyim, adım Necip. Liseyi
Türkiye’de okudum. Biz, Balkanlarda yaşayan Müslüman milletler ne yapsak
Türklere ve Türkiye’ye olan borcumuzu ödeyemeyiz. Türklük hepimizi birleştirip
korudu ve korumaya devam ediyor. Balkanlarda, içinde Türklerin ve Türkiye’nin
bulunmadığı hiçbir çözüm başarıya ulaşamaz. Türkler ve Türkiye olmasa biz
buralarda yaşayamayız. Ben Türklerin Balkanlarda daima var olacağına
inanıyorum. Bu günlerde bunu anlamayan bazı bozguncular var ama olaylar
geliştikçe onlar da anlayacaklardır. Bazıları şimdiden anlamaya başladı zaten.”
diyerek bizi duygulandıran bir konuşma yaptı.
Bu güzel Prizren gecesinde Necip
hemşerimizin kadirşinas davranışı bizi fazlasıyla mutlu etti.
“BEN ARNAVUT TÜRKÜYÜM”
Sveti Naum'da Bahri'nin Dükkânı |
Makedonya’nın en önemli turistik şehri
Ohri’deyiz. Ohri dünyada çok az örneği olan harika bir gölün kenarında çok
güzel bir şehir. Aynı zamanda eski Türk evleri ile Safranbolu'dan farksız... Gölü
besleyen kaynağın bulunduğu yere “Sveti Naum” deniyor. Burası şimdilerde bir
Hristiyan ziyaret yeri... Sveti Naum Ohri’nin otuz kilometre güneyinde,
Arnavutluk sınırına yakın çok güzel bir yer ve yol güzergâhında da harika güzellikler
var.
Ohri’deki Türklere ve bazı kaynaklara
göre burası aslında “Sarı Saltuk” makamıdır. Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli’de
birçok yerde makamı olan efsaneleşmiş bir büyük zattır. Anadolu’da adında
“baba” bulunan yerler Sarı Saltuk’la ilgilidir. Babadağ, Babaeski vb. Rumeli’de
de yedi yerde türbesi ve birçok yerde makamı olduğu söyleniyor. Osmanlıdan önce
Rumeli’ye geçmiş bir Alperen’dir. Şimdi Sveti Naum diye anılan bu yer bir
zamanlar Satı Saltuk makamlarından biri idi. Yalnız Müslümanlar değil Hristiyanlar
da burayı ziyaret ederlerdi. Zamanla Türkler buralardan göç edince, buraya bir
kilise yapılmış ve Sveti Naum adında bir Hristiyan azizinin ismi verilmiş.
Çok güzel bir yer... Resne ve Manastır
tarafındaki dağların karları eriyip toprağa karıştıktan sonra bu kaynakta
ortaya çıkıyor. Çok temiz, yeşillikler içinde bir dünya cenneti... Ohri gölünü
besleyen bu kaynak içinde kayıkla gezilecek kadar büyük bir su…
Buraya her taraftan çok sayıda turist
geliyor. Turistlere hitap eden, lokantalar ve hediyelik eşya satan çok sayıda
yer de var. Ohri gölünden inci çıkarıldığı için buranın en önemli ürünü
incidir. Biz de inci alamaya karar veriyoruz. Ama paramız bir Türk’e, bir
Müslüman’a gitsin istiyoruz. Geçerken Türkçe konuştuğunu işittiğimiz bir
satıcıya yöneliyoruz.
Bari (Bahri) adındaki satıcı, çok
güzel Türkçe konuşuyor. Hemen kanımız kaynıyor. Hangi millete mensup olduğunu
sorunca “Ben Arnavut Türküyüm” diyor. Böyle bir tabiri ilk defa duyduğumuz
için şaşırıyoruz. O devam ediyor:
“-Abi biz Türk’üz, evimizde genellikle Türkçe konuşuyoruz, Arnavutça da konuşuyoruz ama evde ufak büyük herkes Türkçe bilir. Bizim birçok yakınımız Türkiye’ye göçtü. Biz o zamanlar nüfus kaydında Arnavut olarak yazıldığımız için gidemedik. Bize izin vermediler. Düzeltmek için çok uğraştık ama başaramadık. Bazı akrabalarımız resmi makamlara rüşvet vererek Türk yazıldılar ve Türkiye’ye göç ettiler. Biz buralarda kaldık. Ne yapalım bunda da bir hayır vardır diyoruz. Biz de buraları bekliyoruz işte.”
“-Abi biz Türk’üz, evimizde genellikle Türkçe konuşuyoruz, Arnavutça da konuşuyoruz ama evde ufak büyük herkes Türkçe bilir. Bizim birçok yakınımız Türkiye’ye göçtü. Biz o zamanlar nüfus kaydında Arnavut olarak yazıldığımız için gidemedik. Bize izin vermediler. Düzeltmek için çok uğraştık ama başaramadık. Bazı akrabalarımız resmi makamlara rüşvet vererek Türk yazıldılar ve Türkiye’ye göç ettiler. Biz buralarda kaldık. Ne yapalım bunda da bir hayır vardır diyoruz. Biz de buraları bekliyoruz işte.”
Alış veriş için kendi insanımızı aramakla
ne kadar doğru yaptığımızı düşündük. Bahri hemşerimizden, alışverişimizi
yaparak çok eskilerden tanıştığımız bir dosttan ayrılır gibi ayrıldık.
“ORİGİNAL TÜRK”
Struga'da Kara Drim çıkışı. |
Makedonya’ya yaptığımız gezilerden
birini daha tamamlayıp dönüş için Struga’ya gitmemiz gerekiyor. Bizi Türkiye’ye
götürecek olan otobüs Struga’dan kalkıyor. Struga Ohri’ye on beş kilometre
mesafede çok güzel bir kasaba. Sveti Naum’da kaynakla beslenen göl burada fazla
suyunu boşaltıyor. Boşalan su Kara Drim deresini meydana getiriyor. Suyun çıkış
yerinde fışkıran sular, harika görüntüler oluşuyor. Kara Drim, Struga’yı ikiye
bölerek Adriyatik denizinde son bulacak yolculuğuna buradan başlamış oluyor.
Kasabanın içinde görmeğe değer bir manzara oluşturan Kara Drim’in tertemiz
sularında insanlar neşeyle yüzüyorlar.
Taksi bulmak için ana caddeye çıkıp,
bir turizm bürosunda oturan gençten Makedonca konuşmaya çalışarak bilgi almak
istiyorum. “Sen Türk müsün amca” diyor. Erhan hemen bize sahip çıkıyor. “Size
düzgün bir taksi bulalım, paramız Hristiyan’a gitmesin” diyerek geçen arabaları
kollamağa başladı. Bu Krıstiyan, bu Arnavut ama kalın kafalı derken bir taksiyi
çevirip “Te bu arkadaşla gidin Hüseyin amca” diyerek bizi uğurladı.
Taksiye binip şoförle konuşmaya
çalışınca şaşırıp kalıyorum, çünkü şoför Türkçe bilmiyor. Makedonca konuşmağa
çalışarak adını sordum. “Bayram” cevabını alınca Müslüman olduğunu anladım.
“Ben Türküm” diyorum. Verdiği cevap bizi şaşırtıyor,
(A, yas sum Türçin, no nemam Turski
yazik.) “Ben de Türküm ama Türkçe lisanım yok.” Türkiye’den geldiğimizi ama
buralı olduğumuzu söyleyince, nereden göç ettiğimizi soruyor. Velez (Köprülü)
deyince; (Vie ste original Turçin.) “Siz orijinal Türk’sünüz.”diyor.
Bayram hemşerimin burada Torbeş
denilen Türklerden olduğunu anlıyorum. “Orijinal Türk” diyerek bizim Anadolu
kökenli olduğumuzu ve ana dilimizin Türkçe olmasını ifade etmek istediğini
anlıyorum. Çünkü kendisini Türkçe bilmeyen Türk olarak görüyor.
Bayram, sıcakkanlı çok iyi bir insan…
Türkiye’ye göçmüş çok sayıda akrabaları varmış. Onları görmüş gibi olduğunu
söyleyip bizden Türk bayrağı istiyor. Üstünde Türk bayrağı olan anahtarlığımı
ona hediye edince çok seviniyor. Bize Bayram’ı bulan Erhan’ı çok takdir ettim.
![]() |
Merkez Jupa Belediyesi |
Artık çocuklarının Türkçe eğitim
görmeleri için büyük mücadele veriyorlar. 2007 yılında Debre’nin Kocacık
bölgesinde bulunan Merkez Jupa beldesinden geçmiştik. Bu beldede Torbeşler
yaşamaktadır. Belediye binasında küçük bir Makedon bayrağına karşı, üç tane
büyük Türk bayrağı dikkatimizi çekmişti. Burada yaşayan bu kardeşlerimiz,
Makedonca eğitim gören çocuklarının Türk sınıflarında Türkçe eğitim görmeleri
için bir mücadele başlatmışlar. Hükümet uzun süre bu isteği geri çevirmiş.
Bütün zorluklara rağmen üç yıl boyunca çocuklarını civardaki Türk sınıflarına
göndermişler. Şimdi çocukları Türkçe eğitim görüp Türkçe öğrendiği için çok
seviniyorlar.
Türk olmanın zor olduğu yerlerde
yaşayanlar Türklüğün değerini çok iyi biliyorlar. Oralardan Türkiye’ye gelip
burada mal mülk, para şöhret sahibi olan bazı zavallıların, bu günlerde “ben
Türk değilim” diyerek ortaya çıkmalarına şaşırmamak elde değil... Ne hikmetse
yıllarca Türk olmadığı aklına gelmeyen bu kişiler birdenbire bölücülerle aynı
safa geçip Türklüklerini inkâr ediyorlar.
“Türk” deyince “Müslüman” anlaşılan ve
“Türklükten” vazgeçmenin “İslam’dan” vazgeçmek demek olduğu anlaşılacak olan
Balkanlardan göçüp gelen ve şair Dilaver Cebeci’nin “Sitare” adlı şiirinde
dediği gibi, kıtalar boyu koşturduktan sonra bu Anadolu toprağına adeta yığılıp
kalan bir Türk olarak, bu milletin, bu inkârcılara unutulmaz bir tokat atmasını
niyaz ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder