Bir hafta
boyunca sabah okul akşam ev trafiğinden sonra haftanın son çalışma günü sabah
yine okula gittikten sonra, dönüşte eve değil şehre yöneldim. Mart ayının başı
olmasına rağmen havada kuvvetli bir bahar kokusu var. Şiddetli bir kıştan sonra
erken bir bahar yaşıyoruz. Emeklilik sonrası çalıştığım özel okulun bulunduğu Bademli´de eriklerden sonra şeftalilerin de çiçek
açtığını gördüm bugün... Bahar havasını içime doldura doldura eski garajdan Kapalı
çarşıya yürüyüşün tadını çıkararak ağır ağır ilerlemeye başladım. İnsanlar kimi
aşağı kimi yukarı genellikle hızlı hızlı yürüyüp duruyorlar.
Akşam vakti
şehir en hareketli saatlerini yaşıyor. Bu kalabalık
arasında benim gibi zamana karşı yürümeyenler pek az görünüyor. Meydandaki
Osman Gazi heykelini geçtikten sonra, Şehreküstü camiinin yanına geldiğimde bir
genç önümde durdu ve:
“İyi günler hocam.” diyerek
beni selamladı.
“İyi günler evladım...”
diyerek, tanımağa çalıştım. Temiz yüzlü, düzgün giyimli koltuğunun altında test
kitapları olan bir delikanlı idi. Emekli olduğum Atatürk Lisesinden olduğu
belli idi ama bir türlü yüzü bana tanıdık gelmiyordu.
“Kusura bakma yavrum ben seni
tanıyamadım.” dedim.
“Tanımamanız normal hocam,
hazırlıkta dersime girmiştiniz. Ben şimdi son sınıftayım oldukça değiştim.”
Karşılıklı hal
hatır sorduktan sonra, iyi dileklerimizi sunup ayrıldık.
İçimi hoş duygular
kapladı. İnsanların mutlu olmaları için büyük şeylere ihtiyacı yok bence. Bu
olay bir anda mutlu olmama yetti. Bu eski öğrencim onu tanımadığım için
yanımdan geçip gidebilirdi. Durup benimle konuşması onda bir iz bıraktığımı
gösteriyor. Öğretmenliğin en tatmin edici yanı bir öğrencinin gönlüne
girmektir. İçimi dolduran hoş duyguların verdiği mutlulukla hafiflemiş olarak
Kapalı çarşıya doğru yürümeye devam ettim. Koza Han´da mola vererek bir akşam
çayı içmek iyi olur diye düşündüm.
Koza Han on
beşinci yüz yılın sonlarında sultan İkinci Beyazıt tarafından tarihi ipek yolu
üzerinde, ipek ticareti için inşa edilmiş bir yapıdır. Zamanının şartlarına
göre çok ileri bir eserdir. Yapının ana malzemesi kesme taş ve tuğladır. İki
katlı olup iç avluyu çevreleyen revaklar ve bunların arkasındaki odalardan
meydana gelir. Üst katta sivri, alt katta ise yuvarlak kemerler kullanılarak
yapıya zenginlik kazandırılmıştır. Kuzeydeki ana giriş kapısı burmalı bir
kabartma bordür ile çevrili olup az da olsa çiniler de kullanılmıştır. Bu
girişin iki tarafında üst kata çıkışı sağlayan merdivenler bulunmaktadır.
İkinci kat güney yönündeki kapı ile doğusunda tarihi belediye binası ve Orhan
Camii, batısında Ulu Cami bulunan meydana açılıyor. Alt katta doğu yönünde de
bir giriş bulunmaktadır. Koza Han´ın en karakteristik elemanı avlunun ortasında
bulunan köşk mescittir. Alt katı havuzlu bir şadırvan, üst katı ise mescit olan
bu şirin yapı Koza Han´a ayrı bir hava katmaktadır. Avludaki asırlık çınar ve
ıhlamur ağaçları bana Ahmet Hamdi Tanpınar’ın:
“Bursa´da eski bir cami avlusu.
Küçük şadırvandan şakırdayan su
Orhan zamanından kalma bir duvar
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar.”
mısralarını hatırlatıyor.
Gerçekten Bursa´da nerede eski bir yapı varsa yanında muhakkak kendisiyle yaşıt
bir veya birkaç çınar bulunuyor. Hele ıhlamur ağaçları çiçek açtığında yayılan
kokuyu tarif etmek imkânsızdır.
Ana giriş
kapısının iki yanında, çay ocakları bulunuyor. Sağ taraftakinin sandalyeleri
beyaz, soldakinin ise kırmızıdır. Biz beyaz sandalyelerin müdavimiyiz.
Garsonumuz Kel Ali Bey işinin ehli, adeta insan sarrafı olmuş çok hoş bir
insan. Bir keresinde dışardan gelen misafirimle oturup çay içtikten sonra dalgınlıkla
hesabı vermeden çıkıp gittiğimiz halde arkamızdan seslenmeyecek kadar esnaflık
görgüsü olan olgun bir insandır. Bu tarihî atmosferde, Ali beyin her zaman taze
ve güzel çayını yudumlamak bizim için daima büyük bir zevk olmuştur.
Çoğunlukla, bu ata yadigârı mekânda bizim gibi tarih ve tabiat aşığı
dostlarımıza rastlar, sohbet yapma fırsatı buluruz.
1855 Bursa depreminde diğer tarihî yapılar gibi Koza Han da büyük ölçüde zarar görmüş,
ancak 1948 yılında Felsefe Öğretmeni Kazım Baykal'ın başkanlığında esnaf ve aydınların kurduğu “Eski Eserleri Yaşatma Derneği”
tarafından aslına uygun olarak restore edilmiştir. Bu dernek Bursa’daki birçok
eski yapıyı adeta yeniden inşa ederek, tamamen yok olmalarını önlemiştir. Derneğin başkanlığını uzun süre yapan felsefe öğretmeni Kazım Baykal eski
eserleri korumak ve yaşatmak için ölünceye kadar mücadele etmiştir.
Koza Han´a
geldiğimde büyük bir kalabalıkla karşılaştım. Güzel havayı fırsat bilen
Bursalılar kırmızı ve beyaz sandalyeleri doldurmuş görünüyordu. Meydanda ağır
ağır bir tur attıktan sonra, boşalan bir masaya iliştim. Koza Han’ın beni her
zaman etkileyen mimarisini yeni görüyormuşçasına seyre koyuldum. Köşk mescidi,
kemerli revakları, yeşermeye başlayan ulu ağaçları ve ipek çekme tezgâhı ile
beni eski zamanlara götürüyor. Adeta zaman tünelinde yolculuk yapıyorum.
Dekorun eksik tarafı sadece insanların kıyafetleridir. Burada huzur buluyorum.
Sekiz on sene önce burada, çuvallar dolusu ipek böceği kozalarının
pazarlandığına şahit olmuştum. Şimdilerde koza satışı oluyor mu bilmiyorum ama dükkânlarda
ipek ağırlıklı eşyalar satılıyor. Bu düşüncelerden bir sesle ayrıldım:
“Gelecek var mı, oturabilir
miyim?”
Temiz giyimli hatta oldukça
bakımlı, başında fötr şapkası olan yaşlıca bir beyefendi gülümseyen gözlerle
bana bakıyordu.
“Rica ederim buyurun.” diyerek
masamdaki sandalyelerden birini gösterdim.
Konuşkan bir insan, kalabalıktan yer
bulamadığı için rahatsız ettiğini, Koza Han´a sık sık geldiğini, bu mekânı çok
sevdiğini sıralayıverdi hemen. Yetmiş yaşını geçmiş, Almanya’dan emekli maddî
sıkıntısı olmayan rahat bir insan. Aslen Gölyazılı olduğunu, altmış ihtilaline
kadar Altıparmak´ta süthane işlettiğini, sonra Almanya´ya gittiğini ilave
ediverdi. Beş Almanın yaptığı işi tek başına yaparak, çok çalıştığını, şimdi de
bu çalışmanın karşılığı olarak rahat bir hayat yaşadığını anlattı. Sonra sözü
Koza Hana getirerek:
“Biliyor musunuz? Buraya beni ilk
nenem getirdi. Ufak bir çocuktum, meydan tamamen koza çuvalları ile doluydu.
Satıcılar, alıcılar, bizim gibi seyre gelenler büyük bir kalabalık meydana
getiriyordu. Bursa´ya bu ilk gelişinde vitrindeki cansız mankenlere dalıp
ninesini kaybettiğini, bu yüzden iyi bir şamar yediğini, Gölyazı’dan yaylı
arabalarla gelip gittiklerini sanki yeni olmuş gibi heyecanla anlattı.
Bu konuşkan,
kendine göre bir dünyası olan beyefendi ile akşam çaylarımızı içtikten sonra,
burada tekrar buluşmak dileği ile vedalaşıp ayrıldığımda haftanın
yorgunluğundan büyük ölçüde sıyrılmış olarak evimin yolunu tuttum.
Hüseyin Şirvan
8 Mart 2002
Kaplıkaya-Bursa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder