Bugün Hıdrellez, kendisini bildi bileli bu
günü bir bayram gibi kutlarlardı. Özel yemekler yapılır, eğlenceler düzenlenir.
Özellikle gençler bu günü coşku ile kutlarlar. Genç kızlar en güzel
elbiselerini giyer, bir gece öncesinden bir küp içine koydukları, ufak
eşyalarını ve manileri çekerler, salıncaklar kurup sallanırlar. İkinci gün, ya
yukarılardaki Deliklitaş ziyaret edilir, ya da Ohçebol’daki Cumalı köyüne Yusuf
Dede’nin şenliğine gidilir.
Selman bugün, nedense içinde hiçbir bayram coşkusu
duymuyordu. Aksine sıkıntı ve keder bütün benliğini sarmıştı. Hava, gözünü
yummuş, aralıklarla ince bir yağmur çiseliyordu. Yağmurlu havalarda, oldum
olası sıkıntı duyardı, ama sıkıntısının kaynağının yağmur olmadığını biliyordu.
Bu başka bir şeydi.
Hıdrellez, aslında hayvanların bayramı idi, onlara bakmak
gerekiyordu. Evdeki keçiler, sabah köyün diğer keçileri ile gitmişti. Sürü
bugün en taze ve yeşil otlaklarda dolaşacak, gerçekten bayram edecekti.
Kuşluktan önce irekteki koyunlarını yemleyip gelmişti, ama onlara da özel bir
şey yapması gerekiyordu. Yemlerine tuz katarak bayramlık vermeliydi. Onlar da
bayramın nimetlerinden faydalanmalıydı. Ağır ağır kalktı.
Yağmur da aralıklarla usul usul yağmaya devam ediyordu.
Elektrik yüklü bahar yağmuru… Ara ara gök gürlemeleri duyuluyor, şimşekler
çakıyordu. Hafiften ıslanmaya aldırmadan, ireğe doğru yürümeye başladı. Aklına,
bir müddet önce ölen karısı geliyordu. Dokuz çocukla, ortalıkta kala
kalmıştı. Tam, alıştım her şey normale
dönmeye başladı derken, sık sık karısını düşünür olmuştu, son günlerde. Karısı,
en güzel haliyle rüyalarına giriyor, “hadi daha ne duruyorsun, gel artık”
diyordu. Nereye gidecekti, dokuz çocuk var geride. Ali Koç bayırlarına yağmurla
birlikte çöken hava, bir açılıyor bir kapanıyor. Yağmur da ara ara ve
incecikten yağmaya devam ediyordu.
Karısı Hafi, canlı kanlı, çok sağlıklı bir insandı.
Yanaklarından kan fışkırıyordu. En ağır yükleri kaldırır, her işi yapardı. Çok
becerikli ve çalışkan bir kadındı, işten korkmazdı. Çok ta güzeldi. Karşı
bayırdaki Süpürgelik köyündendi. İlk, bir düğünde görmüş, birbirilerini
sevmişlerdi. Bir müddet sonra, Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle babasından
istetmiş, isteği uygun bulunmuştu. Hafi de kendisi de çok mutlu ve heyecanlı
idiler. Babası Mustafa Aga ilk mürüvveti olduğu için eskilerde olduğu gibi bir
hafta süren bir düğün yapmıştı. Ali Koçlular ve diğer davetliler bir hafta
boyunca doyasıya eğlenmişti. Bu düğün, uzun yıllar dillerden düşmemişti. Yirmi
küsur yıl ne çabuk geçmişti, çok güzel yaşamışlardı. Çok çalışıp, çok
kazanmışlardı. Dokuz çocukları olmuştu.
Ne
olmuştu böyle, hiç hastalanmadan küt diye gitmişti. Kalp dediler. Nasıl bir
şeydi bu kalp? Birden duruvermesini anlamıyor, aklı bir türlü almıyordu. Ama
sıkıntısının, karısının ölümü ile ilgili olmadığını düşünüyordu. Onun yokluğuna
zor da olsa alışmıştı artık.
İreğe vardığında, koyunlar kokusunu alarak melemeye
başladılar. Oldum olası hayvanları çok severdi. Hayvanlar da onu. Yağmur, gök
gürlemeleri ile aralıklarla yağmaya devam ediyordu. Arada bir şimşekler
çakıyordu. Bahar yağmuru elektrik yüklü… Koyunların yemlerine tuz katmaya
başladı.
* * *
Ali Koç’ta Hıdrellez şenlikleri sürerken, birden herkes
susup kulak kesildi. Köyün üst tarafına yıldırım düşmüştü. Bahar yağmurlarında,
bu olağan bir şeydi. Bir zarar var mı acaba? Selman’ın kardeşi Mümin,
yıldırımın abisinin ireği tarafına düştüğünü tahmin etti. Aklına kötü şeyler
getirmemeye çalışarak o tarafa yöneldi. Köyden birkaç kişi de kendisine
katıldı. Yağmur kısa bir süre hızlandıktan sonra birden kesildi. Çıkan güneşin
ardından ufukta gökkuşağı belirdi.
İreğe vardıklarında, üç koyunun yanmış ölüsü yanında
yatan Selman’ın cesedi ile karşılaştılar.
Selman çok sevdiği koyunları ile gitmişti.
Annelerinin ani ölümü üzerinden bir yıl geçmeden,
babalarını da aynı şekilde kaybeden çocukların feryatları Makedonya’nın bu ücra
köyünün semalarında yankılandı…
06
Mart 08 Hüseyin Şirvan-Bursa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder